Ortaöğretim Ders Kitaplarındaki Bilimsel Hatalar
GİRİŞ
Bilim sürekli olarak gelişir, ortaya yeni bulgular koyar ve bunlardan yeni sonuçlar çıkarır. Bu nedenle, bir zaman kesin ve tartışılmaz bir bilimsel gerçek sanılan bir teorinin, bir süre sonra bilimsel bulgularla çatıştığı ve aslında sadece hayali bir iddia olduğu ortaya çıkabilir.
İşte evrim teorisi, ya da Darwinizm, bu süreci yaşamış bir teoridir. Bir zamanlar, özellikle de 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bilim dünyasının büyük çoğunluğu tarafından kesin ve tartışılmaz bir gerçek sanılmıştır. Ancak daha sonra bilimin ilerlemesi ile ortaya çıkan bulgular, teorinin iddialarının hiçbirinin geçerliliği olmadığını ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bugünkü bilimsel veriler göstermektedir ki;
1) Canlılık, asla evrim teorisinin iddia ettiği gibi cansız maddenin içinden rastlantılarla doğamaz.
2) Doğada canlı türlerini birbirine dönüştürebilecek bir mekanizma yoktur,
3) Fosil kayıtları, canlı türlerinin birbirine dönüştükleri iddiasını geçersiz kılmaktadır.
4) Evrim teorisinin "dolaylı delilleri" sayılan "homoloji" (benzerlik), embriyoloji, körelmiş organlar gibi iddialar geçersizdir ve spekülasyonlardan ibarettirler.
Dolayısıyla bu gerçekler karşısında Darwinizm'in de bir kenara bırakılması, bilim tarihindeki diğer geçersiz ve yanlış teoriler gibi terk edilmesi gerekir. Bilim bugüne dek dünyanın düz olduğu, evrenin merkezinde yer aldığı, atomun bölünemez olduğu gibi birtakım dogmaları reddetmiştir ve Darwinizm'i de reddetmelidir. Nitekim bugün dünyanın pek çok ülkesinde bu yönde bir gelişim vardır. Evrim teorisi çok sayıda saygın bilim adamı tarafından reddedilmekte, bu kişiler yaşamın kökenini açıklamak için "bilinçli dizayn" (Intelligent Design) gibi teorileri gündeme getirmektedirler.
Ancak ne yazık ki Türkiye'nin eğitim sisteminin, bu gelişmeleri çok geriden takip ettiğini görüyoruz.
Çünkü okullarımızda okutulan ders kitaplarında, hala Darwinizm'i bir bilimsel gerçek gibi kabul eden açıklamalar yer almaktadır. Dahası bilimsel yönden geçersiz olduğu bugün en önde gelen evrimci kaynaklar tarafından bile kabul edilen Miller deneyi, at serileri, körelmiş organlar, embriyolojik rekapitülasyon gibi köhne evrimci iddialar, çocuklarımıza ve gençlerimize birer gerçek gibi sunulmaktadır.
Bu bölüm, ders kitaplarında yer alan bu ve benzeri yanılgıları ortaya koymak için hazırlanmıştır. Amaç, ders kitaplarının muhtevasını belirleyen resmi makamlarımıza bu teknik konuda yardımcı olmak ve bu yolla Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Yüce Türk Milleti'nin geleceğinin teminatı olan yeni nesilleri bu gibi yanlış anlatımlardan korumaktır.
İlerleyen sayfalarda ders kitaplarındaki yanılgıları madde madde inceleyeceğiz. Ancak bundan önce, evrim teorisini Türkiye ve Türk Milleti açısından önemli hale getiren bir noktaya değinmek gerekiyor. Bu, Darwinizm'in ideolojik yönüdür.
DARWINİZM'İN İDEOLOJİK YÖNÜ
Darwinizm'i sadece bilim dünyasını ilgilendiren bir iddia olmaktan çıkarıp, tüm bir toplum için önemli hale getiren bu teorinin ideolojik boyutudur. Tüm canlıların ve bu arada insanın nasıl var olduğu sorusuna vermeye çalıştığı cevap nedeniyle Darwinizm, birtakım felsefelerin, dünya görüşlerinin ve siyasi ideolojilerin temelini oluşturur.
Burada Darwinizm'in bu ideolojik boyutunun, özellikle Türk Devleti ve Milleti'ni yakından ilgilendiren iki yönünü belirteceğiz. Bunlardan biri Darwinizm ile materyalist felsefe arasındaki ilişkidir. Diğeri ise, Darwinizm ile ırkçılık, özellikle de Türk düşmanlığı arasındaki az bilinen ama önemli bağlantıdır.
Önce birinci ilişkiyi ele alalım. Materyalist felsefe, ya da bir diğer ifadeyle "maddecilik", tarihi Eski Yunan'a kadar uzanan bir düşünce sistemidir. Materyalizm, maddenin yegane varlık olduğu varsayımına dayanır. Materyalist felsefeye göre, madde sonsuzdan beri vardır, sonsuza kadar da var olacaktır. Yine bu felsefeye göre madde ötesinde başka hiçbir varlık yoktur.
Materyalizmin doğal olarak birtakım siyasi yansımaları da vardır. Bunların başında hiç tartışmasız komünizm gelir. Komünizmin kurucusu sayılan Karl Marx ve Friedrich Engels, aynı zamanda diyalektik materyalizmin kurucularıdırlar. Zaten komünizm, materyalist felsefenin Marx ve Engels tarafından sosyal bilimlere uyarlanmasından başka bir şey değildir.
EVRİM TEORİSİ İDEOLOJİK NEDENLERDEN ÖTÜRÜ SAVUNULMAKTADIR
  
Darwin (solda), ortaya attığı evrim teorisiyle, materyalist felsefeye ve komünist ideolojiye büyük bir destek sağlamıştı. Bu ideolojinin kurucuları olan Marx ve Engels (ortada ve sağda) bu nedenle Darwinizm'i komünizmin "bilimsel" temeli saydılar. |
Komünizm bugün tarihin derinliklerinde kalmış bir ideoloji olarak görülmektedir, oysa gerçekte hala son derece etkilidir. Özellikle de Türkiye açısından bu ideolojinin tahrip edici etkileri devam etmektedir. Çünkü, bilindiği üzere, Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde 15 yıldır kan döken, binlerce polis ve askerimizi şehit eden bölücü terör örgütü, açıkça komünist ideolojiye sahip bir örgüttür. Bu örgütü dolaylı ya da dolaysız olarak destekleyen çevreler de yine komünist ideolojiye sahip çevrelerdir.
İşte Darwinizm bu noktada büyük önem kazanmaktadır. Çünkü Darwinizm, ya da evrim teorisi, canlıların yaratılmadığını, tesadüfen oluştuklarını iddia ettiği için tüm materyalist ideolojilerce geniş kabul görmüş, özellikle komünizmin "temel dayanağı" olarak benimsenmiştir. Komünist ideolojinin tüm önde gelen fikri liderleri bu teoriyi olduğu gibi kabul etmişler ve ideolojilerini buna dayandırmışlardır.
Örneğin Karl Marx, 1860 yılında Friedrich Engels'e yazdığı bir mektupta, Darwin'in kitabı için "bizim görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap budur işte" ifadelerini kullanmıştır.1 Yine Marx, 1861 yılında Ferdinand Lassalle'a yazdığı bir mektupta "Darwin'in yapıtı (Türlerin Kökeni) büyük bir yapıttır ve tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimi açısından temelini oluşturduğu için bana çok uygun düşüyor" demiştir.2 Benzeri şekilde, Çin komünizminin kurucusu Mao Tse Tung da, "Çin sosyalizminin temelini Darwin'e ve evrim teorisine dayandırdığını" açıkça belirtmiştir.3
Dolayısıyla, komünizme karşı yürütülecek bir fikri mücadelenin mutlaka materyalist felsefeyi ve dolayısıyla evrim teorisini hedef alması gerektiği açıktır. Öte yandan evrim teorisinin bir toplumda yaygın kabul görmesinin, materyalizmi ve dolayısıyla komünizmi besleyeceği de açıktır.
Türk milli eğitiminin, evrim teorisi konusunu ele alırken bu gerçeği göz önünde bulundurması ise zorunludur.
DARWİNİZM VE TÜRK DÜŞMANLIĞI
Türk milli eğitiminin göz önünde bulundurması gereken ikinci bir konu ise, Darwinizm'in başta belirttiğimiz ikinci ideolojik yönüdür: Türk düşmanlığı.
Evrim teorisi, komünist ideolojinin fikri dayanağı olduğu gibi, Türk düşmanlığının da fikri dayanağıdır. Çünkü teori, insanları "aşağı ırklar" ve "medeni ırklar" olarak ikiye ayırıp, yüce Türk Milleti'ni "aşağı ırklar" sınıfına dahil etmektedir. Teori, Türklerin tam insan olmadıklarını, maymun-insan arası canlılar olduklarını ve gerçek insan ırkı olan Avrupalılar tarafından zaman içinde yok edileceklerini iddia etmektedir.
Evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin, bu görüşünü birçok yerde açıklamıştır. Örneğin, W. Graham isimli bir arkadaşına yazdığı 3 Temmuz 1881 tarihli mektubunda (daha sonra oğlu Francis Darwin tarafından kaleme alınan The Life and Letters of Charles Darwin adlı kitabın 1. cildinin 286. sayfasında yer alan Letter to W. Graham bölümünde de belirtildiği gibi) şu ifadeleri kullanmıştır:
Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum.
Darwin'in Türk Milleti'ni hedef alan bu çirkin hakaretleri bugün neo-Nazilerin yayınlarında kullanılmakta ve internet aracılığıyla on milyonlarca kişiye ulaştırılmaktadır. Batı'nın, Sevr'den bugüne değişmeyen, aziz Türk Milleti'ni dışlamaya ve ezmeye yönelik arayışlarının arkasında da bu ırkçı ve Türk düşmanı görüşler yer almaktadır.

Editörlüğünü Charles Darwin'in oğlu Francis Darwin'in yaptığı The Life and Letters Of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları) isimli üstteki kitapta, Darwin'in Türk Milleti hakkındaki düşünceleri yer alıyor.
Darwin, yanda görülen mektubunda Türk Milleti'ni "barbarlar" olarak nitelendiriyor ve kendi teorisi uyarınca, "yok edilecek aşağı bir ırk" olarak tanımlıyor.
Darwin'in bu hezeyanlarının hiçbir temele dayanmadığı ve sadece Türk düşmanlığının bir ifadesi olduğu açık. Ama üzücü olan, Türk Milleti'ne böylesine düşman olan bir kişinin fikirlerinin, hem de bilim dünyası tarafından yalanlanmasına rağmen, Türkiye'de okutulan ders kitaplarında övgüyle anlatılması... |
Petrus Dozy'lerden ırkçı dazlaklara varıncaya kadar tüm Türk düşmanları, fikri dayanaklarını Darwinizm'den almaktadırlar.
Solingen'de Türklere ait evlerin yakılması, Bulgaristan'da Türklere yapılan mezalim, eski Sovyetler Birliği'nin Türk topluluklarını yıllarca esaret altında tutması, Kırım Türkleri'ni Sibirya'ya sürmesi, Özbek ve Kırgız Türkleri'ne büyük baskı uygulaması, Kıbrıs Türkleri'ne yapılan haksızlıklar, Türkiye'nin Avrupa Birliği dışında tutulmaya çalışılması, Avrupa ülkelerinin Türkleri aralarına sokmamak için vize uygulaması, Avrupa Devletleri'nin ve İtalya'nın Türkiye'ye karşı olan düşmanca tavırları, aynı ırkçı anlayışın tezahürleridir.
Buraya kadar görüldüğü gibi Darwinizm, Türk Devleti'nin ve Milleti'nin bekasını tehdit eden üç temel fikri akımın da sözde bilimsel dayanağı konumundadır: Komünizm, bölücülük ve Türk düşmanlığı, evrim teorisinden destek bulmaktadırlar. Elbette ki, Milli Eğitim Bakanlığı'mızın okul müfredatlarını belirlerken bu hususu göz önünde bulundurması son derece büyük bir önem taşımaktadır.
Çünkü, yaratılışı reddederek canlıların tesadüfler sonucu, kendiliğinden var olduklarını, zaman içinde diyalektik kurallarıyla geliştiklerini iddia eden ve Türk Milleti'ne "aşağı ırk" diyen bir görüş, bizzat devletimizin resmi kurumlarının yayınlarında yer aldığı takdirde, gençlerimizin son derece karanlık mecralara sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları açıktır. Bu iddialara itibar eden ve evrim teorisinin bilimsel olduğunu düşünen bir gençten, ülkesine, milletine, bayrağına, devletine bağlı olması, güzel ahlak, aile müessesesinin kutsallığı gibi değerleri yüceltmesi beklenemez. Bu gencin Türklük düşmanı ve komünist olmaya sürüklenmekten başka seçeneği yoktur. Unutulmamalıdır ki, Darwinist gençler yetiştirmek, devletimizin ve milletimizin başına büyük bir belayı musallat etmek ve adeta "binilen dalı kesmek" anlamına gelecektir.
Bu, Darwinizm'in ideolojik boyutudur. Kaldı ki, bu teori sadece bilimsel veriler gözüyle incelendiğinde de, yine ivedilikle reddedilmesi gereken köhne bir iddia olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü 20. yüzyılın bilimsel gelişmeleri, teorinin iddialarını açıkça geçersiz kılmış durumdadır. İlerleyen sayfalarda bu teorinin ders kitaplarımıza kadar girmiş olan iddialarını ve bu iddiaların neden bilimsel bulgulara aykırı olduklarını maddeler halinde inceleyeceğiz.
YANILGILAR VE AÇIKLAMALARI
Kitabın bu bölümü hazırlanırken, Türkiye genelinde, temel eğitim okullarında ya da liselerde okutulan Fen Bilgisi ve Biyoloji kitapları ayrıntılı olarak taranmıştır. Farklı yazarlara ait çok sayıda kitap gözden geçirilmiş, bu kitapların evrim teorisi ile ilgili kısımları özellikle inceleme altına alınmıştır.
Sonuçta ortaya çıkan tablo, bu kitapların tamamına yakınında, somut bilimsel bulgularla uyuşmayan birtakım eski bilgilerin yer aldığıdır. Kitapların yazarları, bazen bilgi eksikliği, bazen de evrim teorisine duydukları dogmatik bağlılık nedeniyle, Darwinizm'i kanıtlanmış bir gerçek gibi gösteren hatalı bilgilendirme ve yorumlarda bulunmuşlardır.
Farklı kitaplardaki bilgi ve yorumlar birbirine çok benzediği için, buradaki inceleme konulara göre yapılmıştır. Bir ya da birden fazla ders kitabında yer alan bir iddia, bilimsel bulgularla karşılaştırılarak incelenmiştir. Ele alınan iddianın hangi ders kitaplarının hangi sayfalarında yer aldığı ise, ayrıca belirtilmiştir.
Kitabın en sonunda ise, bu bölümde incelenen her ders kitabı bir indeks içinde ele alınmış ve bu ders kitaplarının içindeki yanılgılar maddelenmiştir. Bu sayede hem bu kitabı okuyan öğrenciler hem de kitabı kullanan öğretmenler kolaylıkla ellerindeki kaynaklardaki hataları görebilirler.
İlerleyen sayfalarda ele alınacak olan bu iddiaların bir kısmı somut birtakım konularla ilgilidir. (Örneğin doğal seleksiyon konusuyla ilgili olan Sanayi Devrimi kelebekleri gibi.) Ancak bazı iddialar, ders kitaplarının yazarları tarafından çok genel ifadelerle dile getirilmiştir. Örneğin "yeni bulunan fosiller evrim görüşünü pekiştirmektedir" gibi herhangi bir somut bulguya dayanma iddiasında olmayan cümleler, ders kitaplarında sık sık kullanılmaktadır. Bu yüzeysel iddialar da ele alınmış ve bilimsel bulgularla hiçbir şekilde uyuşmadıkları detaylı bir biçimde ortaya konmuştur.
YANILGI 1
"Mutasyonların bir kısmı faydalıdır; bu faydalı mutasyonlar canlılara yeni özellikler ekleyerek yeni türlerin, yeni ırkların ortaya çıkmasını sağlar. Canlılar da bu şekilde gelişip değişir ve evrimleşirler."
Açıklama: Mutasyonlar, canlı hücrelerinde genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon, kimyasal etki gibi dış etkenler sonucunda ya da kopyalama hataları nedeniyle meydana gelen kopma ve yer değiştirmelerdir. Doğada çok ender ve rastgele meydana gelen mutasyonlar genetik bilgiyi tahrip eder, çoğu zaman da hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda hasarlara neden olurlar.
Oysa ders kitaplarının çok büyük bir bölümünde, mutasyonların canlıları geliştirebildiği, dolayısıyla onları evrimleştirebildiğini iddia eden açıklamalar vardır.
Bu açıklamalar gerçeğe aykırıdır, çünkü bilim, mutasyonların net etkisinin her zaman için zarar verici olduğunu ortaya koymaktadır. Bugüne kadar doğada ya da laboratuvarlarda hiçbir faydalı (genetik bilgiyi geliştiren) mutasyon örneği gözlemlenmemiştir. Örneğin, insanlarda meydana gelen mutasyonlar "mongolizm", "albinizm", "cücelik", "kısa bacaklılık", "Down sendromu", "orak hücre anemisi (kansızlığı)" gibi fiziksel ve zihinsel bozukluklara, "kanser" gibi ölümcül hastalıklara yol açmaktadır. Hiroşima, Nagazaki ve Çernobil gibi bölgelerde radyasyona maruz kalarak mutasyona uğrayan insanların hiçbiri evrimleşmemiş, yeni faydalı özellikler kazanmamış ya da yeni bir türe dönüşmemiştir. Tam tersine mutasyon geçiren bu zavallı insanlar sağlıklarını kaybetmiş, sakatlanmış, garip varlıklara dönüşmüş, çoğu da hayatlarını kaybetmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı'nda kullanılan nükleer silahlar nedeniyle oluşan mutasyonları incelemek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) hazırladığı rapor hakkında evrimci bilim adamı Warren Weaver şu yorumu yapmıştır:
Çoğu kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı olduğu sonucu karşısında şaşıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır. Nasıl olur da iyi bir etki -yani bir canlının daha gelişmiş canlı formlarına evrimleşmesi- pratikte hepsi zararlı olan mutasyonların sonucu olabilir?4
Bir türün bir diğerine dönüşmesi, gelişmesi, yani evrimleşmesi için o türün yeni özellikler kazanması gereklidir. Bunun için de genetik şifresine bu yeni özellikler ile ilgili yeni ve son derece karmaşık bilgiler eklenmesi gerekir. Oysa bilinçsiz ve rastgele gerçekleşen bir olay olan mutasyon, genetik şifreye yeni bilgi eklemediği gibi, var olan kusursuz ve kompleks genetik yapıya da her zaman zarar verir.
Evrimcilerin evrimi kanıtlama çabası içinde, laboratuvarlarda suni yollardan mutasyona uğrattıkları milyonlarca meyve sineğinden tek bir tanesinde bile bir gelişme, evrimleşme ya da başka bir türe dönüşme gözlemlenmemiştir. Aksine ortaya çıkan tablo, organlarının yerleri değişmiş, bacakları kafasından çıkmış, organları eksilmiş, sakatlanmış ve çoğu da ölmüş olan meyve sinekleridir.
Sonuç olarak, evrimcilerin arkasına sığındıkları mutasyon canlıları evrimleştiren, geliştiren bir mekanizma olmadığı gibi, ölülerin, sakatların, anormal canlıların ortaya çıkmasına sebep olur. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı olan ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen, bu gerçeği şöyle kabul eder:
Ne kadar çok olurlarsa olsunlar, mutasyonlar herhangi bir evrime neden olmazlar.5
Dolayısıyla, ders kitaplarında yer alan, "Mutasyonlar canlılara yeni özellikler ekleyerek yeni türlerin, yeni ırkların ortaya çıkmasını sağlar, canlılar da bu şekilde gelişip değişir ve evrimleşirler" iddiası, bilimsel gerçeklerle çok açık bir biçimde çelişmektedir.
KELİME OYUNLARI VE MANTIK ÇELİŞKİLERİ
Ders kitaplarının yazarları da -en azından bir kısmı- mutasyonların mutlak surette zararlı olduğu gerçeğinin farkında olacaklar ki, konuyu çok ilginç bazı kelime oyunları ile geçiştirmeye çalışmaktadırlar. Örneğin bazı ders kitaplarında, "Mutasyonların yararlı olanları seçilir ve böylece canlılar evrimleşir" şeklindeki geçersiz evrimci iddia tekrarlandıktan sonra, mutasyonun "seçilişinin" delili olarak zararlı bazı mutasyonların doğal seleksiyonla elenişi örnek verilmektedir. Yani yazarlar, faydalı mutasyon örneği vermeleri gereken yerde zararlı mutasyon örneği vermekte ve konuyu "görüldüğü gibi mutasyonlar vardır ve olmaktadır" gibi sığ bir mantık oyunu ile geçiştirmeye çalışmaktadırlar.
Örneğin, Etem Düzgün, Mehmet Suzan ve Nebahat Suzan adlı yazarlar tarafından kaleme alınan İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8 adlı kitapta "Mutasyonlar Canlıların Çeşitliliğini Sağlar" başlığı altında bu iddiaya sözde delil olarak şunlar yazılmaktadır:
Bilim adamları bazı küf mantarlarının da kendilerine gerekli bir vitamini yapma yeteneğini bir mutasyonla kaybettiğini gözlemişlerdir. Bu olayda yine kültür ortamına o vitamin eklenirse küf mantarı yaşamaya devam eder ve çoğalır.6
Görüldüğü gibi sözü edilen mutasyon zararlı bir mutasyondur. Oysa evrim iddiasının bilimsel bir temeli olabilmesi için doğada faydalı mutasyonların olabildiğinin gösterilmesi gerekmektedir. Ders kitaplarının yazarları, tek bir tane bile yararlı mutasyon örneği olmadığını bildikleri için, üstteki örnekte olduğu gibi, zararlı mutasyonları sıralayarak büyük bir mantıksal çelişki sergilemektedirler.
Diğer ders kitaplarında da, mutasyonların etkileri için cücelik, albinizm, Down sendromu7, orak hücre anemisi8, kanser9 gibi sakatlık ya da hastalıklar sayılmakta, sonra "ama bazı mutasyonlar da faydalıdır" denmekte, ama bu iddiayı destekleyen hiçbir örnek sayılamamaktadır. Bazı ders kitabı yazarları, "mutasyonlar temelde canlının hayatının devamında sigorta rolü oynar" şeklinde bir cümle yazabilecek kadar olağanüstü büyük mantık bozuklukları sergilemektedirler.10 Buradaki mantık bozukluğu, "trafik kazaları insanın hayatının devamında sigorta rolü oynar" demekle eşdeğerdir, çünkü mutasyonlar da aynı trafik kazaları gibi canlı bedenlerine isabet eden rastgele darbelerdir.
Bazı ders kitaplarında ise, bir canlı türünün genetik bilgisi içinde gerçekleşen ve mutasyonla ilgisi olmayan farklılıklar mutasyon sonucu sanılmakta ve öyle gösterilmektedir. Örneğin Bahattin Soydan, Hüseyin Başak ve Hülya Soydan tarafından kaleme alınan İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8 adlı kitapta ispinoz gagalarındaki farklılıkların mutasyonla oluştuğu sanılmakta ve şöyle yazılmaktadır:
Bunun yanında ispinozların yiyeceklerini kolay yemeleri için gagalarının büyümesi gibi bazı değişiklikler ise faydalıdır. Faydalı mutasyonlar gelecek nesillere iletilir.11
Oysa evrimci biyologlar da dahil tüm bilim çevrelerinin kabul ettikleri gibi, ispinoz gagalarındaki farklılıkların mutasyonla bir ilgisi yoktur. İspinoz gagalarında oluşan çeşitlilik, aynı tür içinde gerçekleşen bir varyasyon (çeşitlenme) örneğidir. (Varyasyonlarla ilgili daha detaylı için bkz. Yanılgı 4.) Anlaşılan, faydalı mutasyon kavramına hiçbir delil bulamayan evrimciler, doğal bir çeşitlenme olayını mutasyon gibi göstererek insanları yanıltmaya çalışmaktadırlar.
Tüm bu gerçekler karşısında, "mutasyonlar yararlı olabilir" şeklindeki bilim dışı evrimci dogmanın bir kenara bırakılması gerekmektedir. Ders kitaplarında, bilimin gereğine uygun olarak gözlem ve deneye dayalı bilgiler aktarılmalı ve dolayısıyla ilgili kısımlar "gözlemlenmiş tüm mutasyonlar zararlı ya da etkisizdirler" şeklinde değiştirilmelidir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi 8, M. Bahattin Hartevioğlu, Ankara: Koza Yayın Dağıtım, 1996, s. 169.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Nihat Bilgin, Kemal Çağıcı, Ankara: Yaprak Yayınları, 1996, s. 161.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı, Erol Ünal Karabıyık, Haman Taşkıran, Atila Şekerci, Bakiye Taşkıran, Erol İslamoğlu, Işıl Karabıyık, Gülay Aytaç, Mahinur Günay, Ankara: Üner Yayınları, 1995, s. 106.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul:Serhat Yayın evi, 1996, s. 169-170.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A. Ş., s. 99, 105.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Etem Düzgün, Mehmet Suzan, Nebahat Suzan, İstanbul:Düzgün Yayıncılık, s. 190.
Ortaokul Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bekir Onat, Mümin Hatipoğlu, Musa Acılıoğlu, İstanbul:Özer Yayınları, s. 167.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, N. Sefa Çimen, Hayrettin Sönmez, Osman Yılmaz, İstanbul:Salan Yayınları, s. 198.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul:Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 133.
Liseler İçin Biyoloji III, Turan Güven, Özcan Acar, Şengül Demirci, Ayten Toğral, Mübeccel Kazancı, Ankara:Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1996, s. 149.
YANILGI 2
"Doğal seleksiyonun evrimleştirici gücü vardır. Sanayi Devrimi kelebekleri buna bir örnektir."
Açıklama: Ders kitaplarında yer alan bir başka yanlış anlatım, doğal seleksiyonun canlıları evrimleştiren ve dolayısıyla yeni türler oluşturabilen bir mekanizma olarak gösterilmesidir.
Doğal seleksiyon kavramı, bulundukları coğrafi konumun doğal şartlarına uygun yapıda olan canlıların hayatlarını ve nesillerini sürdüreceklerini, uygun yapıda olmayanların ise yok olacaklarını öngörür. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde, doğal olarak hızlı kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır. Ama bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir başka canlı türüne dönüştürmez. Geyikler hep geyik olarak kalırlar.
Doğal seleksiyon, Darwin'den önceki biyologlar tarafından da bilinen, ancak "türlerin bozulmadan sabit kalmalarını sağlayan bir mekanizma" olarak tanımlanan bir doğal süreçtir. İlk kez Darwin bu sürecin evrimleştirici bir gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de bu iddiaya dayandırmıştır. Kitabına verdiği isim, doğal seleksiyonun Darwin'in teorisinin temeli olduğunu gösterir: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Oysa Darwin'den bu yana, doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir bulgu ortaya konamamıştır. Ünlü bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün Neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.12
Evrimcilerin doğal seleksiyonun sözde evrimleştirici gücü olduğuna dair verdikleri en klasik örnek Sanayi Devrimi sırasında İngiltere'deki iki kelebek türünün sayılarındaki değişimdir. Sanayi Devrimi öncesinde İngiltere'nin Manchester yöresindeki ağaçların kabukları açık renkli olduğundan, bunların üzerine konan koyu renkli güve kelebekleri kuşlar tarafından rahatça ayırt edilip avlanmışlardır. Bu nedenle koyu renkli kelebeklerin sayısı kendilerini daha iyi kamufle eden açık renklilere göre azalmıştır. Ancak Sanayi Devrimi sonrasında koyulaşan ağaç kabukları üzerinde bu sefer de açık renklilere göre daha zor ayırt edilen koyu renkli kelebeklerin sayısı artmıştır. Açık renklilerin sayısı ise azalmıştır.
Evrimciler bu olayı, "açık renkli kelebekler doğal seleksiyonla koyu renkli kelebeklere dönüştüler" şeklinde yorumlayarak evrime kanıt gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bu iddia, ders kitaplarımızda da aynı mantıkta anlatılmaktadır. Oysa, olay yalnızca koyu renklilerin avantajlı hale gelerek daha çok hayatta kalma ve çoğalma imkanı bulmaları, bu avantajı kaybeden açık renklilerin ise sayıca azalmalarından ibarettir. Açık renkli kelebek türü evrim geçirerek koyu renkli kelebek türüne dönüşmemiştir. Zira her iki renkteki tür de baştan beri mevcuttur. Yalnızca değişen şartlara göre iki türün sayıları arasında bir farklılık meydana gelmiştir.
DOĞAL SELEKSİYON YENİ CANLI TÜRLERİ OLUŞTURAMAZ
 
Doğal seleksiyon, bir canlı türü içindeki zayıf bireylerin elenmesini sağlar. Örneğin bir ceylan sürüsü içindeki zayıf bireylerin elenmesi mümkündür. Ancak bu mekanizma yeni canlı türleri oluşturmaz, ceylanları atlara dönüştürmez. Doğal seleksiyonun evrimleştirici gücü yoktur. |
Tanımından ve Sanayi Devrimi kelebekleri örneğinden de anlaşılacağı gibi doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Doğal seleksiyonun bir türe yeni bir organ ekleyip, yeni bir özellik katma, bir türün genetik bilgisini zenginleştirme, bir türü bir başka türe dönüştürme, yani evrimleştirme gibi bir gücü yoktur.
Dolayısıyla, ders kitaplarında yer alan "doğal seleksiyonun evrimleştirici gücü vardır, Sanayi Devrimi kelebekleri buna bir örnektir" şeklindeki yorumlar, bilimsel bulgularla açıkça çelişen açıklamalardır.
YİNE KELİME OYUNLARI VE MANTIK ÇELİŞKİLERİ
Evrim teorisinin (neo-Darwinizmin) iddiası, doğal seleksiyon ve mutasyonun birlikte çalışan iki evrimleştirici mekanizma olduğudur. Bu iddiaya göre, mutasyonlar bazen canlılara yeni bir genetik bilgi (dolayısıyla yeni ve yararlı bir özellik) eklerler ve bu da doğal seleksiyonla seçilir. Evrim teorisinin bu iddiası, ders kitaplarında da tekrarlanmakta ve buraya kadar ele aldığımız mutasyon-doğal seleksiyon anlatımları yapılmaktadır.
Ancak evrim teorisi bilimsellik iddiasında olduğuna göre, mutasyon-doğal seleksiyon mekanizmalarının gerçekten evrimleştirici güce sahip olduklarını gösterecek gözlemlenmiş somut örnekler ortaya koymak zorundadır. Oysa evrimciler bunu yapamamaktadırlar, çünkü genetik bilgiyi artıran bir mutasyon şimdiye kadar asla gözlemlenmemiştir. Gözlemlenmiş ya da laboratuvarda denenmiş tüm mutasyonlar, önceki sayfalarda da belirttiğimiz gibi genetik bilgiyi tahrip edici, dolayısıyla zararlı özelliktedirler.
Bazı ders kitaplarının yazarlarının, bu gerçek karşısında önceki sayfalarda değindiğimize benzer bir göz boyamaya gittiklerini görüyoruz. Bu yazarların kitaplarında, önce mutasyon-doğal seleksiyon mekanizmaları ile ilgili klasik evrimci anlatımlar yapılmaktadır. Ardından da, "Bu mekanizmanın gözlemlendiği pek çok örnek vardır" denmekte ve birkaç örnek sayılmaktadır. Ancak bir nokta çok ilginç ve önemlidir. Sayılan tüm örnekler, genetik bilgiyi tahrip eden ve canlılara zarar veren mutasyonların doğal seleksiyonla elenmesi ile ilgilidir. Örneğin Öner Gücün adlı yazar tarafından kaleme alınan Liseler İçin Ders Kitabı, Biyoloji 3 adlı kitapta şu örnek yer almaktadır:
Hemofili genini taşıyan hemofili hastası insanların hayatlarını sürdürmeleri normal insanlara göre oldukça zordur. Hemofili hastalarının çocuk sayıları da azdır. Dolayısıyla hemofili geni sürekli olarak seleksiyona uğrar. Bundan dolayı da hemofili geninin frekansı popülasyonda azalır. Seleksiyona uğrayan genin frekansı sürekli azalmasına rağmen tamamen kaybolmaz. Normal frekansını korur. Halbuki seleksiyon sonucu bu genlerin tamamen ortadan kalkması gerekir. Günümüzde hala hemofili geni mevcuttur. Hemofili geninin kaybolmamasının nedeni, normal genlerin mutasyonla hemofili genine dönüşmesidir.13
Burada çok önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir: İnsanların mutasyon yüzünden hemofili hastalığına yakalanması, sonra da doğal seleksiyon yoluyla bu hastaların sayılarının azalması, "evrim"e delil değildir. Aksine bu örnek, mutasyon-doğal seleksiyon mekanizmalarının canlıların yapısını geliştirmediğini, sadece bozulmaktan koruduğunu ve sabit tuttuğunu gösterir. Ama ne yazık ki bu gibi örnekler, büyük bir mantık çelişkisi içinde, ders kitaplarını okuyan çocuklarımıza "evrimin bilimsel delilleri" olarak öğretilmektedir.
Bu nedenlerle, ders kitaplarında kullanılan üslubun, "Doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının bir canlıyı evrimleştirdiğine dair bilimsel bir veri yoktur. Bu iki mekanizma, türleri bozulmaktan koruyarak sabit tutan mekanizmalardır" şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul:Serhat Yayın evi, 1996, s. 170, 172.
İlköğretim Fen Bilgisi 8, Ders Kitabı, N. Sefa Çimen, Hayrettin Sönmez, Osman Yılmaz, İstanbul:Salan Yayınları, s. 198.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, Ankara: Serhat Yayın evi, s. 170-171
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Cengiz Yalçın, Hamza Yılmaz, Musa Doğan, Selma Şimşek, Şevket Üzün, Tevfik Yıldırım, Nuri Korkmaz, Gülçin Gültiken, Cemile Taşçıoğlu, Arife Evrensel, Sadakat Özdemir, İstanbul:Milli Eğitim Basım evi, 1997, s. 179.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Nihat Bilgin, Kemal Çağıcı, Ankara: Yaprak Yayınları, 1996, s. 163
YANILGI 3
"Biyoloji biliminde canlıların mutasyon ve doğal seleksiyon yoluyla değişerek günümüze kadar geldikleri kabul edilmektedir."
Açıklama: Bunu biyoloji bilimi değil, evrimciler kabul etmektedir. Bunu kabul etmelerinin nedeni ise, bu iddianın birtakım bilimsel bulgularla desteklenmesi değil, bu iddiayı bir dogma olarak benimsemiş olmalarıdır.
Bilimsel bulgular, deney ve gözlemle ortaya konulan somut gerçeklerdir. Bilim de sadece bu tür somut gerçeklere dayanır. Evrim teorisinin savunduğu ve önceki maddelerde ele aldığımız, "Canlılar mutasyon ve doğal seleksiyon yoluyla gelişir" iddiası şimdiye kadar hiçbir deney ya da gözlemle ispatlanamamış bir iddia olduğu için de, bilim tarafından kabul edilmesi söz konusu olamaz. Evrimciler, canlılığın bu şekilde geliştiğine, teoriye olan inançlarının bir sonucu olarak inanmaktadırlar.
Ders kitaplarına girmiş olan üstteki iddiada ise, evrim teorisinin doğru saydığı bir iddianın, "biyoloji bilimi kabul etmektedir ki" şeklinde ortaya konduğunu, yani evrim teorisi ile biyoloji biliminin özdeşleştirilmek istendiğini görüyoruz. Bu, evrimcilerin on yıllardır kullandıkları çarpık bir mantık örgüsünün ifadesidir. Bu nedenle, herşeyden önce bu hatalı mantık örgüsünü ele almak gerekir.
Buna göre, evrim biyoloji biliminin temelidir ve dolayısıyla evrim teorisinin savunduğu herşeyi ister istemez biyoloji bilimi de kabul etmelidir. Bunun ne denli geçersiz ve saçma bir iddia olduğu, sadece bilim tarihinin incelenmesiyle bile anlaşılabilir. Eğer bu mantık doğru olsaydı, evrim teorisinin ortaya atılmasından önce dünya üzerinde bilimsel bir gelişme olmaması, bütün bilimlerin de evrim teorisinin ortaya atılmasından sonra doğmuş olmaları gerekirdi. Oysa biyoloji, paleontoloji (fosil bilimi) gibi bilim dallarının hepsi, evrim teorisinden önce doğmuş ve gelişmişlerdir. Evrim ise bu bilim dallarına sonradan uyarlanmış, bu bilim dallarına kabul ettirilmek istenmiş bir varsayımdır.
Bu iddianın mantığa ve bilimin kurallarına aykırı olduğu, kimi zaman daha sağduyulu bazı evrimciler tarafından da kabul edilmektedir. Örneğin, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Arda Denkel, Cumhuriyet Gazetesi'nin Bilim ve Teknik adlı ekinde yazdığı bir makalede, diğer evrimci bilim adamları tarafından ortaya atılan "evrim bilimin temelidir" iddiasının, mantığın temel kurallarına aykırı olduğunu şöyle belirtmektedir:
Örneğin, "Evrim Kuramı'nı reddetmek biyolojik bilimlerin, yer bilimlerinin, fizik ve kimyanın bulgularını da reddetmek anlamına gelir" düpedüz yanlış bir önerme. Çünkü iddia edilen türden bir çıkarım (burada bir modus tollens) elde edebilmek için, önce kimya, fizik, jeoloji ve biyolojinin bulgularını dile getiren kimi önermelerin evrim kuramını içeriyor (implication) olması gerekirdi. Oysa bulgular ya da onların ifadeleri kuramları içermezler; ayrıca onları kanıtlamazlar (demonstration/proof) da.14
Bugün çağdaş bilimi evrime bağlı kalmaya zorlayan hiçbir neden yoktur. Bilim, gözlem ve deneye dayanır. Evrim ise, gözlemlenemeyen geçmiş hakkında ortaya atılmış bir varsayım, bir teoridir. Amerikalı bir biyolog olan G. W. Harper bu konuda şu yorumu yapıyor:
Sık sık Darwinizmin modern biyolojinin temeli olduğu iddia edilir. Oysa aksine, eğer Darwinizme yapılan bütün göndermeler ortadan kaldırılsa, biyoloji biliminde hiçbir değişiklik olmayacaktır...15
Dolayısıyla evrim teorisi ile biyoloji bilimini aynı şey gibi göstermeye çalışmak ve "Biyoloji biliminde canlıların mutasyon ve doğal seleksiyon yoluyla değişerek, günümüze kadar geldikleri kabul edilmektedir" demek çok büyük bir yanılgıdır. Eğer ders kitaplarında evrim teorisinin iddiaları anlatılacaksa, "Evrim teorisi canlıların mutasyon ve doğal seleksiyon yoluyla değişerek günümüze kadar geldiklerini savunmaktadır, ama bu biyoloji bilimi tarafından doğrulanmamış bir iddiadır" denmesi daha doğru olacaktır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Cengiz Yalçın, Hamza Yılmaz, Musa Doğan, Selma Şimşek, Şevket Üzün, Tevfik Yıldırım, Nuri Korkmaz, Gülçin Gültiken, Cemile Taşçıoğlu, Arife Evrensel, Sadakat Özdemir, İstanbul:Milli Eğitim Basım evi, 1997, s. 178.
YANILGI 4
"Evrim günümüzde de gözlemlenmektedir. Evcilleştirme ya da canlı türleri içindeki çeşitlilikler bunun ispatıdır."
Açıklama: Ders kitaplarında yoğun olarak tekrarlanan bir iddia da, evrim teorisinin gözlemlenebilir biyolojik olaylarla desteklendiği iddiasıdır. Ders kitaplarının yazarları, aynı canlı türüne ait grupların çeşitliliğini ya da çeşitli ıslah yöntemleriyle insanlar tarafından canlı türleri içinde gerçekleştirilen farklılıkları Darwinizme bir delil sanmakta ve öyle göstermektedirler. Bu gibi örneklere dayanan ders kitabı yazarları, "evrim bugün de devam etmektedir" ya da "evrim doğada gözlemlenebilmektedir" gibi yanlış yorumlar yapmaktadırlar.
Bu, büyük bir yanılgıdır ve "evrim" ile "varyasyon" kavramlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır.
Varyasyon genetik bir terimdir ve "çeşitlilik" anlamına gelir. Bilindiği gibi eşeyli üreyen canlılar, genetik bilgilerini anne ve babadan gelen kromozomların birleşmesi ile elde ederler. Bu olay, bir canlı türünün çok geniş bir genetik bilgi kapasitesine sahip olmasını sağlar. Çünkü kalıtsal özellikler nesilden nesile aktarılmakta ve farklı kompozisyonlarda (rekombinasyon) biraraya gelmektedirler. İşte genetik bilginin bu zenginliği, bir canlı türünün içinde geniş bir çeşitlilik sağlar.
Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır. Aynı şekilde bitkiler ya da hayvanlarda da geniş bir genetik potansiyel vardır. Bir canlı türünün sahip olduğu bu genetik potansiyele "gen havuzu" adı verilir.
Gen havuzu, çeşitlilik sağladığı gibi, aynı zamanda bu çeşitliliğin sınırlarını da belirler. Örneğin insanların gen havuzunun genişliği sayesinde, farklı saç tiplerine sahip olan insanlar doğar (kıvırcık, düz saçlı, sarı, siyah renkli gibi). Ama insanların gen havuzunda kuş tüylerine ait bir bilgi yoktur. Onun için doğan milyarlarca insanın tek birinde bile, saç yerine kuş tüyü çıkmaz.
İşte bu nedenle de varyasyonla evrimin bir ilgisi yoktur; çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Oysa evrimin iddiası, farklı canlı türlerinin genetik havuzlarının birbirine dönüştüğüdür. Örneğin evrimin iddiasına göre, gen havuzlarında sadece pul bilgisi olan sürüngenler, tarihte bir zamanlar tesadüfen kuş tüyü bilgisine de sahip olmaya başlamışlar ve böylece kuşların evrimi başlamıştır. Bu, gözlemlenen genetik kurallarının dışında kalan bir iddia olduğu için, bilim değil spekülasyondur.
Varyasyonların zamanla birikerek evrim oluşturamadıkları da, bugün kesin olarak bilinen bir gerçektir. Darwin, teorisini ortaya attığında bu gerçeğin farkında değildi. Varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu. 1844'te yazdığı bir yazısında, "çoğu yazar doğadaki varyasyonun bir sınırı olduğunu kabul ediyor, ama ben bu düşüncenin dayandığı tek bir somut neden bile göremiyorum" demişti.16 Türlerin Kökeni adlı kitabında da çeşitli varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili gibi göstermişti. Darwin'in, bu "sınırsız değişim" fikrini en iyi ifade eden ise, Türlerin Kökeni adlı kitabında yazdığı şu cümleydi:
Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum.17
Oysa 20. yüzyıl bilimi ortaya çıkarmıştır ki, ayılar ne denli farklı varyasyonlar ortaya çıkarırlarsa çıkarsınlar, ayı olarak kalmaya devam ederler. Belki bazı ayıların tüyleri koyu renkli, bazılarınınki açık renkli olabilir. Bu farklı varyasyonlar farklı coğrafyalara göç ederek farklı ayı popülasyonları da oluşturabilirler. Ama ayıların içinden ayrı bir canlı türünün doğması mümkün değildir. Çünkü bütün değişimler, ayıların sahip oldukları gen havuzu ile sınırlıdır.
Ders kitaplarında ise bu gibi varyasyon örnekleri "evrim" sanılmakta ve öyle gösterilmektedir. Bu konuda iki temel olaydan söz edilmektedir: Farklı varyasyonların evcilleştirme yöntemiyle ıslah edilmesi ya da coğrafi engellerin varyasyonları birbirinden uzaklaştırması.
Önce coğrafi engeller konusundan söz edelim. Bir canlı türünün genetik havuzunun geniş bir potansiyele sahip olduğunu söylemiştik. Eğer bir canlı türü, coğrafi bir engel (toplu göç, bir nehrin yatağının değişmesi, doğal afetler vb.) nedeniyle birbiri ile ilişkisi kesilen iki ya da daha fazla gruba ayrılırsa, bu kez gen havuzu da bölünmüş olur. Kendi içine kapanan gruplarda, zamanla farklı kalıtsal özellikler baskın çıkar ve bu gruplar birbirlerinden farklılaşırlar. İnsan ırklarının oluşumu da böyledir. Sarı ırk olarak bilinen Uzak Doğulular, kendi içine kapalı bir gen havuzuna sahiptirler ve çekik gözlülük, kısa boyluluk gibi faktörler o gen havuzunda baskın çıkmıştır. Zenciler, beyaz ırk ya da kızılderililer de aynı süreçle farklılaşmışlardır. Tek bir ortak atadan gelmelerine rağmen, sahip oldukları genetik çeşitlenme potansiyeli, insanları ırklara ayırmıştır.
Ancak elbette bu durumun "insanın evrimi masalı" ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü çeşitlilik, gen havuzunun sınırları içinde gerçekleşmektedir ve insanlara yeni bir genetik bilgi eklenmemektedir.
İşte ders kitaplarında anlatılan genetik çeşitlilikler (örneğin Porto Santo Adasına yerleştirilen bir tavşan türünün zaman içinde farklılaşarak aynı türdeki tavşanlar ile çiftleşmemeye başlaması gibi çeşitlenmeler) aynı genetik kurallar içinde gerçekleşen varyasyonlardır. Evrimle ilgileri yoktur.
Kitaplarda anlatılan ikinci varyasyon örneği ise, coğrafi engellerle değil, insanlar tarafından bilinçli yapılan çeşitlendirmedir: Evcilleştirme ya da farklı hayvan cinslerinin ıslahı. Örneğin farklı inek cinsleri birbirleri ile çiftleştirilerek bol süt veren inekler elde edilmekte, ya da köpek yetiştiricileri hızlı koşan ve güçlü köpek cinsleri yetiştirmektedirler. Bunların hepsi, gen havuzunun bilinçli bir şekilde ıslahıdır ve canlılara yeni bir genetik bilgi eklemeyen, yani evrimle ilgisi olmayan genetik olaylardır.
Tüm bu varyasyon örneklerinin evrime delil oluşturmamasının en önemli nedeni, başta da belirttiğimiz gibi, varyasyonların kesin sınırlar içinde gerçekleşmesidir. Bu gerçek, 20. yüzyıl bilimi tarafından ispat edilmiş ve "genetik değişmezlik" (genetik homoestatis) adı verilen bir ilkeyi ortaya çıkarmıştır.
Darwin Retried adlı kitabıyla Darwinizm'in geçersizliğini ortaya koyan Norman Macbeth bu konuda şöyle yazar:
Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetiştiricilerin yetiştirdikleri değişik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmediğini, hatta hep orijinal formlarına geri döndüğünü biliriz. Asırlar süren yetiştirme çabalarına rağmen, hiçbir zaman siyah bir lale ya da mavi bir gül elde etmek mümkün olmamıştır.18
Hayvan yetiştiriciliği konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçeği, "Bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.19
Bu gerçeklerden haberdar olmayan ve 19. yüzyılın ilkel bilim anlayışı içinde hayaller kuran Darwin ise, varyasyonların sınırsız olduğunu ve dolayısıyla varyasyon yoluyla yeni canlı türleri ortaya çıktığını sanmıştır. Danimarkalı bilim adamı W. L. Johannsen, Darwin'in bu yanılgısını şöyle açıklar:
Darwin'in bütün vurgusunu üzerine dayandırdığı varyasyonlar, gerçekte belirli bir noktanın ilerisine götürülemezler ve bu nedenle varyasyonlar 'sürekli değişim'in (evrimin) nedenini oluşturmazlar.20
Kısacası, bir canlı türü içinde farklı varyasyonların (hayvan yetiştiriciliğiyle veya doğal yollarla) ortaya çıkmasının, tüm canlı türlerinin tek bir ortak atadan tesadüflerle oluştuğunu iddia eden evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Varyasyonlar, yaratılışı savunan tüm biyologlar tarafından kabul edilen bir konudur ve bugün hiçbir ciddi evrimci de varyasyon konusunun evrime delil oluşturduğunu iddia etmemektedir. Varyasyonu evrime delil sanmak, ancak Darwin'in ilkel bilim anlayışına yakışan bir bilgisizliktir.
Ancak üzücü olan, bu bilgisizliğin ders kitaplarımızda ısrarla tekrarlanmasıdır. Pek çok ders kitabı yazarı, varyasyon ve evcilleştirme konularında örnekler sıralamakta ve sonra da "bunlar canlıların evrimleştiğinin gözlemlenmiş kanıtlarıdır" gibi yorumlarda bulunmaktadırlar. Ders kitaplarının bilimsel bulgulara uygun hale getirilmesi için, elbette ki bu tür yanlış 19. yüzyıl yorumlarının ayıklanması gerekmektedir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Ortaokul Fen Bilgisi 8, Ders Kitabı, Bekir Onat, Mümin Hatipoğlu, Musa Acılıoğlu, İstanbul:Özer Yayınları, s. 167.
İlköğretim Fen Bilgisi 8, Ders Kitabı, N. Sefa Çimen, Hayrettin Sönmez, Osman Yılmaz, İstanbul:Salan Yayınları, s. 198.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, Ankara:Serhat Yayınevi, s. 170-171.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul:Milli Eğitim Basımevi, 1998, s. 185.
İlköğretim Fen Bilgisi 8, Tekin Polat, Nermin Biçer, İstanbul:Gendaş Yayıncılık, s. 184.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul: Serhat Yayınevi, 1996, s. 169-170.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara:Pasifik Ders Kitapları A.Ş., s. 106-110, 114-115
YANILGI 5
"Lamarck canlıların çeşitlilik nedenlerini açıklamıştır."
Açıklama: Evrim teorisinin ilk savunucularından olan Lamarck, gerçekte canlıların çeşitlilik nedenlerini açıklamamış, canlıların çeşitlilikleri hakkında tamamen bilim dışı, hayali senaryolar üretmiştir.
Yaşadığı 19. yüzyılın ilkel bilim ve teknoloji düzeyi nedeniyle Lamarck, aynen Darwin gibi genetik, mikrobiyoloji, biyokimya gibi bilimlerden habersizdi. Bu nedenle, canlıların yaşamları boyunca kazandıkları fiziksel özelliklerin gelecek nesillere aktarılabileceğini savunmaktaydı. Lamarck'a göre, aktarılan bu özelliklerin yararlı olanları daha ileriki nesillerde birikerek ortaya yeni türler çıkaracaktı.
Lamarck, bu teorisini, "birkaç nesil boyunca kolları kesilecek insanların zamanla çocuklarının da kolsuz doğacakları" gibi bir safsatayla da açıklamaya çalışmıştı. Yine Lamarck'a göre zürafalar başlangıçta ceylan benzeri hayvanlardı, fakat kuraklık sonucu yüksek dalların yapraklarına uzana uzana boyunları uzamıştı. Lamarck'ın senaryolarının bilim ve gerçek dışı olduğu daha kendi döneminin bilim adamları tarafından ortaya konmuş ve hiçbir bilimsel değeri bulunmayan teorileri bilim tarihinin çöplüğüne atılmıştır. Mendel'in temelini attığı ve 20. yüzyılda gelişen genetik bilimi sonraki nesillere yalnızca genlerin aktarılabileceğini, kazanılan fiziksel özelliklerin ise genetik yapıya yansımayacağı için kesinlikle bir sonraki nesile aktarılamayacağını ispatlamıştır.
Tüm bu gerçekler karşısında, ders kitaplarında, Lamarck'ın bu köhne teorisini bile "bilimsel bir açıklama" gibi gösteren satırların yer alması, son derece sakıncalı bir durumdur.
Ders kitaplarının Lamarck ve Lamarckizm hakkındaki açıklamaları bazen skandal boyutlarına ulaşmakta ve Lamarck'ın 1920'lerde çürütülmüş görüşleri tamamen bilimsel bir gerçek gibi aktarılmaktadır. Örneğin, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak ve Hülya Soydan adlı yazarlar tarafından kaleme alınan İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8 adlı kitapta, "çevre koşullarındaki değişimler, o çevrede yaşayan canlı türlerini sürekli etkiler" denmekte, sonra da buna delil olarak Lamarck'ın zürafaların boylarının zamanla uzaması iddiası gösterilmektedir.
Aynı yazarlara ait olan Ders Geçme ve Kredi Sistemine Göre Fen Bilimleri 2 başlıklı kitapta ise, yine Lamarck'ın zürafa örneği bilimsel bir gerçek gibi anlatılmaktadır. Lamarck'ın zürafa çizimlerini kullanan yazarlar, "şekilde çevre şartlarının uzun bir zaman dilimi içinde zürafaların boylarını nasıl etkilediği görülmektedir" diye yazmaktan çekinmemişlerdir.
Cengiz Yalçın, Hamza Yılmaz, Musa Doğan, Selma Şimşek, Şevket Üzün, Tevfik Yıldırım, Nuri Korkmaz, Gülçin Gültiken, Cemile Taşçıoğlu, Arife Evrensel ve Sadakat Özdemir adlı yazarlar tarafından kaleme alınan İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8 başlıklı ders kitabında ise, yine Lamarck'ın zürafaların boyunlarının uzaması ile ilgili iddiaları anlatılmakta, ancak bunların bilim dünyası tarafından neredeyse 100 yıl önce reddedilmiş saçma bir düşünce olduğundan hiç söz edilmemektedir.21 Kitabı okuyan bir ilköğretim öğrencisinin Lamarck'ın teorisini bilimsel bir gerçek sanmaması için hiçbir neden yoktur.
Bu dramatik örnekler, Lamarck'ın köhne evrim teorilerinin bile, belki bilgisizlik sonucu belki de kasıtlı olarak, bazı ders kitabı yazarları tarafından öğrencilere telkin edildiğini göstermektedir. Dünyanın öküzün boynuzlarında durduğu inancından bilimsel olarak pek bir farkı olmayan bu gibi bilim dışı anlatımların, ders kitaplarından bir an önce silinmesi gerektiği ise son derece açıktır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul:Serhat Yayın evi, 1996, s. 169-170.
Ders Geçme ve Kredi Sistemine Göre Fen Bilimleri 2, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul: Serhat Yayıncılık, s. 91.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Cengiz Yalçın, Hamza Yılmaz, Musa Doğan, Selma Şimşek, Şevket Üzün, Tevfik Yıldırım, Nuri Korkmaz, Gülçin Gültiken, Cemile Taşçıoğlu, Arife Evrensel, Sadakat Özdemir, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1997, s. 180.
YANILGI 6
"Darwin'e ve Lamarck'a göre zürafaların bacakları ve boyları mutasyonlarla uzamıştır."
Açıklama: Ders kitaplarındaki yanılgılar, sadece hatalı evrimci iddiaların aktarılmasından ibaret değildir. Bazı ders kitabı yazarları, savunma niyetinde oldukları evrim teorisinin neyi iddia ettiğinden habersiz olduklarını gösteren vahim ifadeler kulanmışlardır.
Bunların biri, Darwin'in ve Lamarck'ın evrimi mutasyonlarla açıkladığı şeklindeki iddiadır. M. Bahattin Hartevioğlu adlı yazar tarafından kaleme alınan İlköğretim Fen Bilgisi 8 başlıklı kitapta Darwin'in zürafaların bacak ve boylarının uzamasını mutasyonlarla açıkladığı öne sürülmektedir. Etem Düzgün, Mehmet Suzan ve Nebahat Suzan adlı yazarlar tarafından yazılan İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8 başlıklı kitapta ise daha da vahim bir iddia ortaya atılmakta ve "Lamarck'a göre zürafanın boynu, boyun geninde oluşan bir mutasyon sonucu uzamış ve uzun boyunlu zürafalar, bu nedenle çevre koşullarına uyum sağlayabilmişlerdir" diye yazılmaktadır.
Mutasyonlar, daha önce de açıkladığımız gibi canlıların genetik şifresinde çeşitli etkenler sonucu meydana gelen hasar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonların varlığı ve DNA'daki genetik şifre üzerindeki zararlı etkisi ise, ancak genlerin keşfinden sonra ortaya çıkmış bir gerçektir. Bu da 20. yüzyılın ilk yarısında olmuştur.
Dolayısıyla Darwin'in ve Lamarck'ın yaşadıkları dönemde ne genetik, ne de DNA'nın varlığı bilinmemektedir. Darwin'in ve Lamarck'ın mutasyon diye bir kavramdan bile haberleri yoktur; çünkü bu kavram onların ölümlerinden çok sonra, 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla Darwin'in ya da Lamarck'ın, zürafaların bacaklarının ve boylarının uzunluğunu mutasyonla açıklaması gibi bir durum teknik olarak imkansızdır. Fakat görülen odur ki, evrim teorisini savunmak niyetiyle ellerine kalem alan bazı yazarlar, konu hakkındaki en temel ansiklopedik bilgilerden bile habersizdirler. Bu vahim bilgi eksikliklerinin ders kitaplarında yer alıyor olması ise, bu kitapların bir an önce son bilimsel bulgulara göre elden geçirilmesi gerektiğini gösteren çok açık birer işarettir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi 8, M. Bahattin Hartevioğlu, Ankara: Koza Yayın Dağıtım, 1996, s. 169
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Etem Düzgün, Mehmet Suzan, Nebahat Suzan, İstanbul: Düzgün Yayıncılık, s. 193.
YANILGI 7
"Genetik bilimciler yeni canlı türleri ortaya çıkarmayı başarmışlardır."
Açıklama: Evrimciler, somut bir bulguyu belirtmeyen ve dolayısıyla hiçbir dayanağı olmayan iddialar ortaya atmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. İddiaları bilimsel bulgular tarafından yalanlandığı için, bu tür hayali yorumlar yapmayı tercih ederler.
Bunların ders kitaplarına girmiş olan örneklerinden biri, genetikçilerin yeni canlı türleri ürettikleri iddiasıdır. Oysa bugün konuyla ilgili olan herkes bilir ki, genetik bilimciler hiçbir zaman yeni canlı türleri ortaya çıkaramamışlardır.
Bu konuda aydınlatıcı bir konu, meyve sinekleridir. Meyve sinekleri, çok hızlı üredikleri ve kolaylıkla mutasyona uğratılabildikleri için genetikçilerin üzerinde en çok deney yaptıkları hayvanlardır. Genetikçiler on yıllardır bu canlılar üzerinde her türlü mutasyon deneyi gerçekleştirmiş, ama yeni bir tür üretmek bir yana, her zaman için sakat ve kısır canlılar elde etmişlerdir.
Evrimci genetikçi Gordon Taylor, bu konuda şunları yazar: Bu çok çarpıcı ama bu kadar da gözden kaçırılan bir gerçektir: Altmış yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler evrimi kanıtlamak için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkışını gözlemlemiş değiller.22
Bir başka araştırmacı olan Michael Pitman, meyve sinekleri üzerindeki deneylerin başarısızlığını şu şekilde ifade eder:
Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular.23
MUTASYONLAR YENİ TÜRLER OLUŞTURMAZ, CANLILARA SADECE ZARAR VERİRLER
 
Normal bir sineğin kafası (solda) ve mutasyona uğramış diğer bir sinek. Bilim adamları yüzyılın başından beri sinekleri mutasyona uğratarak bunları başka canlı türlerine dönüştürmek için araştırmalar yapmaktadırlar. Ancak on yıllarca süren bu çabaların sonucunda elde edilen tek şey, sakat, hastalıklı ve kusurlu sineklerin ortaya çıkması olmuştur. |
Genetikçiler mutasyon yoluyla canlı türleri üretemedikleri gibi, genlerle bilinçli bir biçimde oynayarak da yine yeni türler üretememişlerdir.
Genetikçilerin yaptıkları, canlıların genleri üzerinde oynayarak, zaten mevcut olan genetik özelliklerin çeşitli kombinasyonlarını elde etmektir. Genetik mühendisliği sayesinde, aynı türün farklı varyasyonlarına dağılmış olan çeşitli genetik özellikler arasından istenen özellikler biraraya getirilmekte ve bu özelliklerin tümünü barındıran bireyler oluşturulabilmektedir. Fakat bunun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bu özellikler zaten, o türün tüm varyasyonlarının genetik özelliklerinin toplamı anlamına gelen "gen havuzu"nda mevcuttur. Yeni bir özellik, yeni bir tür elde edilmiş değildir. Örneğin sulu ve tatsız bir portakal cinsiyle, az sulu fakat tatlı bir portakal cinsinin sulu ve tatlı özelliklerini kodlayan genler biraraya getirilerek sulu ve tatlı bir portakal çeşidi üretilebilir. Ancak görüldüğü gibi bu özellikler zaten baştan beri portakallarda mevcuttur, sadece her birinin tercih edilen özelliklerini birarada toplayan bir portakal çeşidi üretilmiştir. Portakal yine portakaldır, portakalda yepyeni bir özellik ortaya çıkmamıştır. Portakalın gen havuzundaki özelliklerinin yeni bir kombinasyonu elde edilmiştir.
Aynı durum çeşitli evcil hayvanların melezlenmesiyle de elde edilmektedir. Örneğin çok süt veren, fakat fazla et vermeyen bir inekle, az süt fakat çok et veren ineklerin birkaç nesil boyunca melezlenmesi sonucunda hem çok et hem de çok süt veren inekler elde edilebilmektedir.
Açıkça görüldüğü gibi bunların hiçbiri evrim değildir. Çünkü ne yeni bir tür, ne de daha önceden hiç var olmayan yepyeni bir özellik ortaya çıkmaktadır. Aynı türün bireylerinin baştan beri sahip oldukları özelliklerin çaprazlanma yoluyla farklı kombinasyonları elde edilmektedir. Darwin başta olmak üzere evrimciler ise, bu olayı bir göz boyama ve yanıltma unsuru olarak kullanarak, bu durumu evrimin halen devam etmekte olan bir süreç olduğuna örnek göstermektedirler.
Bu yanlış ve bilim dışı anlatımların ders kitaplarından çıkarılmaları gerektiği açıktır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi 8, M. Bahattin Hartevioğlu, Ankara: Koza Yayın Dağıtım, 1996, s. 169.
YANILGI 8
"Biyolojik sınıflandırma (sistematik) evrimin delilidir."
Açıklama: Ders kitaplarında sıkça tekrarlanan bir iddia da, canlıları gruplara ayırmak için kullanılan biyolojik sınıflama şemasınının evrime bir delil oluşturduğu yönündedir.
Biyolojik (ya da diğer bir ifadeyle taksonomik) sınıflandırma, 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü İsveçli biyolog Carolus Linnaeus tarafından geliştirilmiş bir yöntemdir. Bu yöntem içinde canlılar önce bitkiler, havyanlar gibi temel alemlere, sonra omurgalılar, omurgasızlar gibi filumlara, sürüngen, memeli gibi alt sınıflara ayrılırlar. Bu sınıflama içinde en gerçekçi sınıflama düzeyinin "tür" olduğu kabul edilir. Bir tür, benzer özelliklere sahip bulunan ve birbiriyle çiftleşip döl verebilen canlılar olarak tanımlanır.
Evrim teorisi ise, bu biyolojik sınıflandırmayı, kendi iddiasına göre bir sıraya oturtmuştur. Teori, önce tek hücreli canlıların oluştuğunu, bunlardan omurgasız deniz canlılarının evrimleştiğini, sonra da sırasıyla balıkların, amfibiyenlerin ve sürüngenlerin birbirlerinden evrimleştiklerini iddia etmektedir. Aynı iddiaya göre sürüngenlerden de kuşlar ve memeliler iki ayrı kol olarak doğmuş ve bu evrim insana kadar devam etmiştir.
Dikkat edilirse, evrimcilerin yaptıkları şey, mevcut taksonomi şemasını, kendi teorilerine göre yorumlamaktan ibarettir. Ancak taksonomik şemanın evrime delil olarak yorumlanmasını gerektiren bir neden yoktur. Aksine, bu şema, yaratılışa uygun biçimde de yorumlanabilir. Bunun en açık göstergesi ise, taksonomik şemayı ilk kez ortaya koyan ve bu nedenle biyoloji biliminin babası sayılan Linnaeus'un, türlerin Allah tarafından ayrı ayrı yaratıldıklarını savunan yaratılışçı bir bilim adamı oluşudur. Dolayısıyla, canlıların balıklar, sürüngenler, memeliler, kuşlar gibi sınıflara ayrılabilir olmaları, evrime delil oluşturan bir durum değildir.
 | Biyolojik sınıflandırmanın kurucusu olan Linnaeus, canlı türlerinin ayrı ayrı yaratıldıklarını savunmuş ve evrim fikrine şiddetle karşı çıkmıştır. |
|
Ancak bu noktada, taksonomik sınıflamanın evrim teorisi tarafından asla açıklanamayan yönleri olduğunu da belirtmek gerekir. Evrimciler, canlılar arasında hayali bir akrabalık (filogeni) ilişkisi kurmakta ve sonra da taksonomik grupları bu hayali ilişkiye göre bir sıraya oturtmaya çalışmaktadırlar. Ama bu sıralama bir türlü söz konusu şemayla uyuşmamaktadır.
Örneğin evrimci iddiaya göre, tüm kuşlar sürüngenlerden gelen ortak bir atadan evrimleşmişlerdir. Evrimciler bunu iddia etmektedirler, çünkü kuşların fosil kayıtlarında daha geç belirmeleri ve aynı sürüngenler gibi yumurtlayarak çoğalmaları onları böyle bir varsayıma yöneltmektedir. Ancak kuşlar ile sürüngenler arasında dev farklar vardır. Bunlardan sadece birisini ele alalım; bu canlıların derilerini. Sürüngenlerin tümünün vücutları pullarla kaplıdır, buna karşılık kuşların vücutları ise tüylerle kaplanmıştır. Ancak pullar ile tüyler arasında hiçbir benzerlik yoktur. Her iki yapı birbirinden tamamen ayrıdır. Nitekim evrimciler pulların tüylere nasıl evrimleşmiş olabileceği konusunda tahmin bile yürütememektedirler.
Ama kuşların tüyleri bir başka canlı grubunun derisindeki bir yapıya oldukça benzemektedir. Bu canlılar memelilerdir ve vücutları kıllarla kaplıdır. Kuş tüyü ile memeli kılı arasında birçok benzerlik bulunur. Bu durumda bir evrimcinin kuşlar ile memeliler arasında bir akrabalık olduğunu iddia etmesi beklenebilir, ama evrimciler bunu yapamazlar. Çünkü diğer taksonomik özellikler ve fosil kayıtları, böyle bir iddiayı imkansız kılmaktadır.
Pullar konusu bir başka yönden daha evrimcileri açmaza düşürür. Sürüngenlerin vücutlarının pullarla kaplı olduğunu belirttik. Ancak sürüngenlerin atası oldukları iddia edilen amfibiyenler (kurbağa ve semenderler), pullarla hiçbir benzerliği olmayan, yumuşak, kaygan ve nemli bir deriye sahiptirler. İşin en ilginç yanı ise, pulların, amfibiyenlerin atası oldukları iddia edilen balıklarda yeniden ortaya çıkmasıdır. Eğer biyolojik (taksonomik) sınıflandırma olmasa, evrimciler sürüngenlerin doğrudan balıklardan evrimleştiklerini öne sürebilirlerdi. Ama bu sınıflandırma, onları, pulların önce tesadüfen kaybolup, sonra yine tesadüfen ortaya çıktığı gibi bir iddiayı savunmak zorunda bırakmaktadır. Dahası bu iddia, kendilerinin koymuş oldukları Dallo Kuralı ile de çelişmektedir. (Dallo Kuralı'na göre evrimsel süreç içinde kaybolan organ bir daha belirmez.)
Taksonomi, evrimcileri diğer pek çok yönden açmaza sokar. Çünkü kurdukları her hayali evrim sıralaması, çok benzer özelliklere ve organlara sahip canlıları çok ilgisiz sınıflamaların içine sokmaktadır. Bunun bir örneği canlıların gözleridir. Bazı canlı gruplarının göz yapıları birbirine olağanüstü derecede benzerdir. Örneğin omurgalı kara canlılarının gözleri ile ahtapotların gözlerinin yapısı tıpatıp aynıdır. Bu durumda, evrimcilerin omurgalı kara canlıları ile ahtapotları aynı evrimsel soy ağacına koymalarını bekleyebilirsiniz. Ama böyle yapamazlar, çünkü başka nedenler, onları ahtapotları apayrı bir soy ağacı içine yerleştirmeye zorlamaktadır.
Bu ise, evrimcileri, göz gibi hiçbir zaman açıklayamadıkları son derece karmaşık bir organın, birbirinden bağımsız olarak defalarca evrimleştiğini iddia etmek zorunda bırakır. Hem de ayrı ayrı evrimleşen gözlerin, birbirine tamamen benzer yapılara "tesadüfen" kavuştuklarını öne sürmek zorunda kalırlar. Ünlü bir evrimci olan Frank Salisbury bu durumun kendisini ne kadar büyük bir açmaza düşürdüğünü şöyle ifade etmektedir:
Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve antropotlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (Neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır.24
Aslında taksonomik şemanın evrimcileri soktuğu açmaz, Salisbury'nin başını ağrıtan sorundan çok daha büyüktür. Çünkü ilerleyen yıllarda yürütülen araştırmalar, evrimcileri, gözün üç kez değil, "birbirinden bağımsız olarak birkaç düzine defa", yani 30-40 kez ayrı ayrı evrimleştiğini iddia etmek zorunda bırakmıştır. Bu rakamı hesaplayan kişi, neo-Darwinizmin kurucularından ve yaşayan en önde gelen evrimcilerden biri olan Harvard Üniversitesi biyoloğu Ernst Mayr'dır.25
Tüm bunların yanı sıra, evrimcilerin kurdukları taksonomi şemasını tek başına geçersiz kılan bazı canlı türleri vardır. Avustralya'da yaşayan Platypus adlı tür buna bir örnektir. Platypus aynı bir memeli gibi tüylere sahiptir ve yavrularını emzirir, ama sürüngenler gibi yumurtlayarak çoğalır ve zehir üretir. Aynı kuşlar gibi bir gagaya sahiptir, ama aynı amfibiyenler gibi zamanının büyük bölümünü suda geçirir. Evrimciler Platypus'u hiçbir biçimde açıklayamazlar, çünkü bu canlı, evrimsel akrabalık şemalarını alt üst etmektedir. Platypus, apayrı canlı gruplarına ait özellikleri üzerinde barındıran bir "mozaik" canlıdır.
Kısacası, canlı sınıflamalarını evrimsel bir akrabalık ilişkisi içine çelişkisiz bir biçimde oturtmak mümkün değildir. Amerikalı biyoloji profesörü Frank L. Marsh, Varitation and Fixity in Nature (Doğada Çeşitlilik ve Sabitlik) adlı kitabında bu konuda şu yorumu yapar:
Canlılar basitten komplekse doğru ilerleyen, kesintisiz, sürekli bir seri içine oturtulamamaktadır. Ya da bir varyasyon, bir başka varyasyona daimi bir seri içinde bağlanamamaktadır. Aksine, doğadaki çeşitliliğin son derece kesintili olduğunu görürüz. Birbirini kademeli bir biçimde izleyen bireylerle değil, birbirinden tamamen ayrı noktalarda toplanmış benzer yapılarla karşılaşırız.26
Taksonominin evrim teorisinin karşısına çıkardığı bu açmazlar, ders kitaplarında yer alan "biyolojik sınıflandırma evrime delil oluşturmaktadır" şeklindeki bilgilerin gerçeklerle açıkça çeliştiğini göstermektedir. Bu nedenle bu gibi yanlış ifadeler ders kitaplarından çıkarılmalı ve "biyolojik sınıflandırma, canlı türlerinin küçük değişikliklerle ortak bir atadan geldikleri iddiasıyla uyuşmamaktadır" yorumu eklenmelidir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Biyoloji 3, Liseler İçin Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A.Ş., s. 123.
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara:Mega Yayıncılık, 1995, s. 180.
YANILGI 9
"Atlar bir evrim sonucunda ortaya çıkmıştır. Atın atası beş tırnaklı iken bugünkü atlar tek tırnaklıdır."
Açıklama: "Atın evrimi", ders kitaplarımızda, kendisinden şüphe duyulamayacak kadar kesin kanıtlarla ispatlanmış bir gerçek gibi gösterilmektedir. Oysa gerçekler çok farklıdır. Bir zamanlar evrim teorisinin en çok sözü edilen sözde "kanıt"larından biri olan atın evrimi hikayesi, bugün çok sayıda evrimci tarafından reddedilen ve unutulmaya yüz tutmuş bir skandal niteliğindedir.
Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır:
Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.27
Atın evrimi şemalarının sergilendiği "İngiltere Doğa Tarihi Müzesi"nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog Colin Patterson da, hala müzenin alt katında duran bu sergi hakkında şunları söyler:
ATIN EVRİMİ ALDATMACASI
 | Dünya üzerinde farklı büyüklüklerde at cinsleri yaşar. Evrimcilerin yaptığı atın evrimi şeması, bu farklı cinslere ve bazı diğer memelilere ait fosillerin art arda sıralanmasından başka bir şey değildir. Bu yüzden at serileri, tümüyle köhne ve bilim dışı bir iddiadır. |
|
Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum.28
Peki "atın evrimi" senaryosunun dayanağı nedir? Bu senaryo, Hindistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri doğrultusunda küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulan düzmece şemalarla ortaya atılmıştır. Değişik araştırmacıların öne sürdükleri 20'den fazla değişik atın evrimi şeması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soy ağaçları hakkında evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen Devri'nde yaşamış "Eohippus" (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan "Hyrax" isimli hayvanın çok benzeridir.29
Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaşayan at cinslerinin de (Equus Nevadensis ve Equus Occidentalis) fosillerinin bulunduğu tespit edilmiştir.30 Bu, modern at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi diye bir sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının en açık kanıtıdır.
Dahası, ünlü paleontolog Pettingrew, modern atın, ataları olduğu söylenen canlılardan yaklaşık 70 milyon yıl önce yaşamış olduğunu belirtmektedir. Pettingrew'e göre, bugünkü tek tırnaklı at, günümüzden 120 milyon yıl önceki Mezozoik Devir'de yaşamış, onun atası olduğu iddia edilen çok tırnaklı at ise, 50 milyon yıl önceki Eosen Devir'de ortaya çıkmış ve 40 milyon yıl önce de nesli tükenmiştir.31At serilerinin bu paleontolojik açmazını evrim araştırmacısı Francis Hitching de şöyle ifade eder:
Dünyanın herhangi bir yerinde kaya tabakalarında aşağıdan yukarıya tam bir evrimsel sıra içerisinde at fosili serisi bulunamadı.32
Öte yandan, zaten hiçbir temele dayanmayan at serileri, bir de sıralamaya uymayan bazı fosillerin kasıtlı olarak göz ardı edilmesiyle daha da güvenilmez hale gelmiştir. Örneğin Miyosen Devri'nde yaşamış olan "Moropus", ata çok benzediği halde evrimcilerin işine gelmediği için fosil serisine alınmamıştır. Prehistoric Animals adlı ansiklopedide şöyle denir:
İki metrelik boyuyla Moropus, hem o devirde yaşamış Meryhippus'tan hem de günümüz atından daha iridir ve küçükten büyüğe doğru olan evrim sıralamasını bozmaktadır.33
Tüm bu gerçekler, evrimin önemli delillerinden birisi gibi sunulan atın evrimi şemalarının, hiçbir geçerliliğe sahip olmayan hayali ve düzmece sıralamalar olduklarını ortaya koymuştur. Bu nedenle, bu hayali senaryonun ders kitaplarında "evrime delil oluşturan bilimsel gerçek" havasında sunulması, son derece yanlış bir uygulamadır ve düzeltilmesi gerekmektedir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi 8, M. Bahattin Hartevioğlu, Ankara: Koza Yayın Dağıtım, 1996, s. 169.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Nihat Bilgin, Kemal Çağıcı, Ankara: Yaprak Yayınları, 1996, s. 161.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı, Erol Ünal Karabıyık, Haman Taşkıran, Atila Şekerci, Bakiye Taşkıran, Erol İslamoğlu, Işıl Karabıyık, Gülay Aytaç, Mahinur Günay, Ankara: Üner Yayınları, 1995, s. 105.
İlköğretim Fen Bilgisi, Tekin Polak, Nermin Biçer, İstanbul: Gendaş Yayıncılık, 1997, s. 185.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A. Ş., s. 124-125.
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, 1995, s. 179-180.
YANILGI 10
"Antibiyotiklere dayanıklı bakterilerin oluşumu mutasyonla olur."
Açıklama: Evrimciler, bazı bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç göstermelerini evrimin deliliymiş gibi sunmaya çalışırlar. Bu direnç mekanizmasının da mutasyonlar sonucunda meydana geldiğini iddia ederler. Bu iddia ders kitaplarına kadar da girmiştir.
Oysa bakterilerdeki bu özellik, onların antibiyotiklere maruz kalınca geliştirdikleri bir özellik değildir. Çünkü bu canlılar söz konusu özelliklere antibiyotiklerin ortaya çıkmasından önce de sahiplerdir. Scientific American dergisi, evrimci bir yayın olmasına karşın, Mart 1998 sayısında bu konuda şöyle bir itirafa yer vermiştir:
Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyotikler kullanılmaya başlamadan önce de direnç genlerine sahipti. Bilim adamları bu genlerin neden evrimleştiklerini ve varlıklarını sürdürdüklerini kesinlikle bilmiyorlar.34
Görüldüğü gibi, bakterilerde direnç sağlayan genetik bilginin, antibiyotiklerden önce var olması, evrimciler tarafından açıklanamayan ve teorinin iddiasını geçersiz kılan bir gerçektir.
Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerin keşfinden yıllarca önce mevcut olduğu, ciddi bir bilimsel yayın olan Medical Tribune dergisinin, 29 Aralık 1988 sayısında da ilginç bir olay aktarılarak belirtilmektedir: 1986'da yapılan bir araştırmada, 1845 yılındaki bir kutup keşfi sırasında hastalanarak hayatını kaybeden denizcilerin buzda korunmuş cesetleri bulunmuştur. Bu cesetlerin üzerinde 19. yüzyılda yaygın olan bazı bakteri çeşitleri tespit edilmiş ve test edildiğinde, bunların 20. yüzyılda üretilmiş pek çok modern antibiyotiğe karşı direnç özellikleri taşıdıkları hayretle saptanmıştır.
Bu tür direnç özelliklerinin penisilinin icadından önce de birçok bakteri türünde mevcut olduğu tıp dünyasında bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bakterilerdeki direnç özelliğinin evrimsel bir gelişme gibi öne sürülmesi kesinlikle aldatıcı bir iddiadır.
Peki günlük dilde "bakterilerin bağışıklık kazanması" denen süreç gerçekte nasıl oluşur?
Bakterilerin kendi türleri içinde sayısız varyasyonları (çeşitleri) vardır. Bu varyasyonların bir kısmı ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, bazı ilaçlara karşı direnç sağlayacak genetik bilgiye sahiptir. Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla çoğalma imkanına kavuşurlar. Belli bir zaman sonra tamamen yok olan dirençsiz bakterilerin yerini, hızla çoğalan bu dirençli bakteriler doldurur. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu antibiyotiğe dirençli olan bireylerden oluşmuş bir koloni haline gelir ve artık aynı antibiyotik o bakteri türüne karşı etkisiz olur. Ancak bakteri yine aynı bakteri, tür yine aynı türdür.
Dikkat edilirse burada, evrimcilerin iddia ettiğinin aksine, dirençsiz olan bakterilerin, antibiyotiğe maruz kaldıklarında mutasyon geçirip dirençli bakterilere dönüşmeleri, böylece yeni bir genetik bilgi edinmeleri gibi evrimsel bir süreç yoktur. Yalnızca aynı bakteri türünün zaten baştan beri birarada var olan dirençli ve dirençsiz çeşitleri arasında bir elenme gerçekleşmektedir. Bu ise yeni bir bakteri türünün ortaya çıkması, yani "evrim" değildir. Aksine var olan varyasyonlardan biri yok olmaktadır; yani evrimin tam tersi bir gelişme yaşanmaktadır.
Aynı durum böceklerin DDT'ye karşı bağışıklık kazanmaları konusu için de geçerlidir. Bağışıklığı olan böceklerin bağışıklık genleri DDT'den önce de mevcuttur. DDT'nin icadından sonra önceden de bağışıklık sahibi olan böcekler hayatta kalmış ve çoğalmışlar, bu özelliğe sahip olmayanlar ise elenerek yok olmuşlardır. Sonuçta geriye yalnızca DDT'ye bağışıklığı olan böceklerin oluşturduğu bir popülasyon kalmıştır.
Evrimci biyolog Francisco Ayala; "Böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karşı gösterilen bağışıklık, bu insan-yapımı maddelerin böceklere uygulandığında, o böcek türünün çeşitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı" diyerek bu gerçeği kabul eder.35
Halkın büyük çoğunluğunun mikrobiyoloji alanında bilgi edinme ve araştırma imkanına sahip olmadığını bilen evrimciler de bu direnç ve bağışıklık konularında açık bir aldatmacaya başvurmaktadırlar. Özellikle de bu konuyu medyada sık sık gündeme getirerek, evrimin çok büyük bir kanıtı gibi sunmaktadırlar. Oysa ne bakterilerdeki antibiyotik direncinin ne de böceklerdeki DDT bağışıklığının evrime hiçbir delil sağlamadığı çok açıktır. Ancak her iki konu da, evrimcilerin teorilerini haklı çıkarmak uğruna ne tür çarpıtma ve göz boyamalara başvurduklarını göstermek açısından iyi birer örnektir.
Bilimsel yönden bir geçerliliği olmayan bu gibi evrimci iddiaların ders kitaplarında bilimsel bir gerçek gibi anlatılmasının sakıncalı bir uygulama olduğu ise açıkça ortadadır.
İDDİANIN GEÇTİĞİ DERS KİTAPLARI:
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Cengiz Yalçın, Hamza Yılmaz, Musa Doğan, Selma Şimşek, Şevket Üzün, Tevfik Yıldırım, Nuri Korkmaz,
Gülçin Gültiken, Cemile Taşçıoğlu, Arife Evrensel, Sadakat Özdemir, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1997, s. 178.
Ortaokul Fen Bilgisi 8, Ders Kitabı, Bekir Onat, Mümin Hatipoğlu, Musa Acılıoğlu, İstanbul: Özer Yayınları, s. 167.
YANILGI 11
"Yeni bulunan fosiller evrim görüşünü pekiştirmektedir."
Açıklama: Ders kitaplarında yer alan yanlış iddialardan biri de "yeni bulunan fosillerin evrim teorisini desteklediği" iddiasıdır. Oysa aksine, fosil bilimi (yani paleontoloji) Darwin'den bu yana hiçbir zaman evrim teorisini desteklememiş, aksine teorinin önündeki en büyük engel olmuştur. Ne eski ne yeni herhangi bir fosilin evrim teorisine kazandırdığı hiçbir dayanak yoktur.
Fosil kayıtlarının teorinin önüne koyduğu sorun, evrime göre canlı türlerini birbirine bağlaması gereken teorik "ara türlerin" fosillerine asla rastlanamamasıdır. Oysa eğer teori doğru olsaydı, bu ara tür fosillerinden çok sayıda ve kolaylıkla bulunması gerekirdi. Çünkü evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız ara türlerin oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin, balık özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngenler geçmişte yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. İşte evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır.
Darwin bu gerçeği "Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir" diyerek kabul etmişti.36 Ancak Darwin bu ara türlerden hiçbir iz olmadığını da biliyordu. Bu yüzden Türlerin Kökeni adlı kitabında fosil kayıtlarına özel bir bölüm ayırmış, teorisini destekleyecek fosillerin bulunmadığını, ancak ileride yapılacak araştırmalarla bulunmasını umduğunu yazmıştı.
Oysa Darwin'den sonra 140 yıl boyunca dünyanın dört bir yanında yapılan kazılar, fosiller sorununu evrim teorisinin önünden kaldırmadı. Aksine, teoriyi çok büyük bir çıkmaza soktu. Çünkü bütün fosil kayıtları, evrimcilerin aradıkları ara türlerin asla yaşamadıklarını, aksine canlı türlerinin bir anda ve bugünkü eksiksiz şekilleriyle yeryüzünde ortaya çıktıklarını gösterdi.
Evrimci paleontolog Mark Czarnecki bu konuda şu itirafta bulunur:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türleri Allah'ın yarattığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır.37
 | Fosil kayıtları, evrim teorisinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü bu kayıtlar, canlı türlerinin, aralarında hiçbir evrimsel geçiş formu bulunmadan, bir anda ve eksiksiz yapılarıyla ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu gerçek, türlerin ayrı ayrı yaratıldıklarının ispatıdır. |
|
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager da, bir evrimci olmasına karşın aynı itirafta bulunur:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde ortaya çıkan gruplar görürüz.38
Kısacası fosil kayıtları evrimi desteklememekte, aksine teori için "sorun" oluşturmaktadır. İşte bu nedenle evrimci biyolog Mark Ridley, ünlü evrimci bilim dergisi New Scientist'teki bir makalesinde şöyle demektedir: "Hiçbir gerçek evrimci... fosil kayıtlarını yaratılış fikrine karşı evrimi destekleyen bir delil olarak kullanmaz".39
Görüldüğü gibi ne eski ne de yeni bulunan fosiller "evrim görüşünü pekiştirmemekte", aksine fosil kayıtları teoriyi geçersiz kılmaktadır. Dahası, yine bazı evrimcilerin kabul etmek zorunda kaldıkları gibi, fosil kayıtlarının gelecekte de evrim teorisini desteklemesi imkansızdır. Çünkü eldeki fosil kayıtları son derece zengindir ve daha fazla araştırma yapılarak, daha önceden bulunmamış ara tür fosillerinin bulunması imkansızdır. Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.40
Bilim dünyası bu gerçekleri bilmekte ve kabul etmektedir. Ancak ne yazık ki ders kitaplarında öğrencilere "yeni bulunan fosillerin evrimi desteklediği" gibi tümüyle bilim dışı bir iddia, bir gerçek olarak öğretilmektedir.
Bazı ders kitabı yazarları, soyu tükenmiş canlılara ait fosillerin bulunmasını evrimin bir ispatı sanacak kadar büyük bir bilgi eksikliği içindedirler. Örneğin Namık Berker adlı yazar tarafından kaleme alınan Liseler İçin Biyoloji 3 Ders Kitabı adlı kitapta, açıkça "Bir zamanlar yeryüzünde yaşamış ve sonradan ortadan kalkmış canlı fosillerinin bulunması evrimin en önemli kanıtlarındandır" diye yazılabilmiştir.41 Oysa evrimi ispatlayabilecek olan (ve asla bulunamayan) fosiller, türleri birbirlerine bağlayacak ara form fosilleridir. Farklı türlerin soylarının tükenmiş olmasının, evrim teorisine delil oluşturacak hiçbir yönü yoktur ve yaratılış açıklamasına da tümüyle uyumludur.
Tüm bu nedenlerden dolayı, ders kitaplarında yer alan "fosiller evrimi ispatlayan kanıtlardır" gibi bilim dışı ifadeler çıkarılmalı ve bunların yerine paleontoloji-evrim teorisi ilişkisini doğru tarif eden açıklamalar eklenmelidir. Bu konuda bir evrimci kaynaktan yararlanılabilir ve evrimci paleontolog Mark Czarnecki'nin yukarıda da aktardığımız şu yorumu kullanılabilir:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara:Mega Yayıncılık, 1995, s. 172.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, İstanbul: Serhat Yayın evi, 1996, s. 169-170.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Etem Düzgün, Mehmet Suzan, Nebahat Suzan, İstanbul: Düzgün Yayıncılık, s. 193.
Ortaokul Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bekir Onat, Mümin Hatipoğlu, Musa Acılıoğlu, İstanbul: Özer Yayınları, s. 167.
YANILGI 12
"Uçan sürüngenler ve eski insan fosilleri birer ara formdur ve evrimin kanıtıdır."
Açıklama: Ders kitaplarında yer alan bir başka büyük yanılgı ise, gerçekte hiçbir "ara tür" özelliği taşımayan bazı canlılara ait fosillerin "ara tür fosili" olarak tanıtılmasıdır. Örneğin Mübahat Türker Küyel, Sevim Tekeli, Esin Kahya, Kenan Gürsoy, Alev Öner, Nurten Baykurt adlı yazarlar tarafından kaleme alınan Liseler İçin Felsefeye Giriş adlı ders kitabında şöyle denmektedir: "Ara formlar (uçan sürüngen, insan iskeleti kalıntıları) evrimin kanıtıdır."42
Oysa burada sayılan iki temel fosil grubunun, yani uçan sürüngenlerin ve insanların (ya da maymunların) iskelet kalıntıları kesinlikle evrim için bir kanıt değildir. Bunları sırası ile ele alalım.
Uçan sürüngenler, bundan yaklaşık 200 milyon yıl önce Üst Triasik Devir'de ilk kez ortaya çıkmış ve daha sonra ise soyları tükenmiş bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları soğuk kanlıdır (ısı üretemezler) ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düşünülmektedir.
Bu canlıların neden evrim için bir dayanak değil, aksine sorun olduklarını açıklamak için, öncelikle evrimi destekleyebilecek yegane fosil türü olan -ve asla bulunamayan- "ara türlerden" söz etmek gerekir.
UÇAN SÜRÜNGENLER ARA-GEÇİŞ FORMU DEĞİLDİR
 | Uçan sürüngenlerin "dördüncü parmak" boyunca uzanan kanatları.
Uçan sürüngenler, fosil kayıtlarında aniden belirirler. Sahip oldukları kanatlar, diğer parmaklardan ortalama yirmi kat daha uzun olan "dördüncü parmak" boyunca uzanır. Bu ilginç yapı ile kara sürüngenlerini birbirine bağlayacak tek bir ara form yoktur.
Kara sürüngenlerinden son derece farklı bir tasarıma sahip olan bu canlıların, hiçbir ara form olmadan bir anda belirmeleri, evrim teorisi tarafından asla açıklanamamaktadır. |
|
Evrim teorisinin varsaydığı ara türler, önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi, iki temel canlı grubu arasındaki "yarım" canlılardır. Eğer evrim yaşanmışsa, bu yarım canlılardan milyonlarca tür yaşamış olması gerekir. Çünkü evrim "kademeli gelişim" demektir. Bu teoriye göre, bir balık kurbağaya dönüşmüşse, "yarım balık, yarım kurbağa" milyonlarca canlı olmalıdır. Bazıları %90 balık, %10 kurbağa, bazıları %80 balık, %20 kurbağa özellikleri taşımalı ve böylece yavaş yavaş dönüşüm gerçekleşmelidir. (Bu dönüşümün evrime göre sadece mutasyonlarla, yani canlının genlerinde meydana gelen rastgele değişikliklerle olduğu da unutulmamalıdır.)
Bu hatırlatmanın ardından, "uçan sürüngenler evrimin kanıtıdır" iddiasını inceleyebiliriz. Bu iddiayı ders kitaplarına ekleyen yazarlar, anlaşıldığına göre, "Sürüngenlerin geneli karada yaşar, ama bazıları uçan sürüngenlerdir, bu ise karada yaşayan sürüngenlerin bazılarının yavaş yavaş kanatlanıp uçtukları anlamına gelir" mesajını vermek istemektedirler.
Oysa bu tür bir senaryonun hiçbir temeli yoktur. Bunun en açık göstergesi de, uçan sürüngenlerin, kara sürüngenleriyle aralarında hiçbir geçiş türü olmadan, bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmalarıdır. Uçan sürüngenler, çok iyi tasarlanmış kanatlara sahiptirler ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Yarım kanatlı" herhangi bir canlıya ise fosil kayıtlarında rastlanmamaktadır.
Nitekim "yarım kanatlı" canlıların yaşamış olması da mümkün değildir. Çünkü bu tür hayali canlılar, eğer yaşamış olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri, ama henüz uçacak durumda da olmadıkları için diğer sürüngenlere göre dezavantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda ise, evrimin kendi kabulüne göre elenip soylarının tükenmesi gerekirdi.
Nitekim uçan sürüngenlerin kanatlarının yapısı incelendiğinde, bunun asla evrimle açıklanamayacak kadar kusursuz bir tasarım olduğu görülür. Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde diğer sürüngenlerin ön ayakları gibi beş tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak, diğer parmaklardan ortalama yirmi kat daha uzundur ve kanat da bu parmağın altında uzanır. Eğer kara sürüngenleri uçan sürüngenlere evrimleşmişlerse, o halde söz konusu dördüncü parmak da yavaş yavaş, kademe kademe uzamış olmalıdır. Ama fosil kayıtlarında sadece normal beş parmaklı sürüngenlerle, dördüncü parmağı çok uzun olan kanatlı sürüngenler vardır. Omurgalı paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Carroll, bir evrimci olmasına karşın bu konuda şu itirafta bulunur:
Triasik Devir'de ortaya çıkan tüm uçan sürüngenler (pterosaurlar) uçuş için çok özelleşmiş yapıya sahiptirler... Atalarının ne olduğu konusunda ve uçuşlarının kökeninin ilk aşamaları hakkında ise hiçbir bulgu yoktur.43
Kısacası uçan sürüngenlerin evrime delil oluşturan hiçbir yönü yoktur. Ancak "uçan sürüngen" kavramı çoğu kimsenin daha önceden duyduğu bir kavram değildir ve evrimciler de bunu kullanarak bu kavramı çarpıtmaya ve teorilerine delil gibi göstermeye çalışırlar. Sürüngen terimi çoğu insan için sadece karada yaşayan canlıları ifade ettiği için, "uçan sürüngen" kavramıyla "sürüngenlerin kanatlanıp uçması" imajı vermeye uğraşırlar. Oysa kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralarında hiçbir evrimsel ilişki olmadan ortaya çıkmışlardır.
Kaldı ki, uçan sürüngenler olduğu gibi, denizde yaşayan deniz sürüngenleri de vardır. (Deniz kaplumbağaları bu grubun halen yaşayan bir türüdür.) Aynı durum memeliler için de geçerlidir. Uçan memeliler vardır (yarasa) ve deniz memelileri vardır (yunuslar ve balinalar). Bu farklı sınıflamalar ise evrime bir kanıt değil, aksine evrim için açıklanamayan büyük birer sorundurlar. Çünkü sürüngen ya da memeli gibi canlı gruplarının, kendi içlerinde bu kadar farklı tür barındırmalarının evrimsel bir açıklaması yoktur.
Kısacası ders kitaplarında evrimin delili olarak gösterilen uçan sürüngen fosilleri gerçekte evrime delil oluşturmaz. Aynı durum, uçan sürüngenlerle birlikte "evrimin delilleri" olarak öğretilen insan fosilleri için de geçerlidir.
İnsan fosilleri konusunu incelerken öncelikle bir noktayı vurgulamak gerekir. Yeryüzünde farklı insan ırkları vardır ve bunlar arasındaki anatomik farklılıklar bazen oldukça belirgindir. Örneğin Avrupalı ırkların kafatası hacmi ortalaması 1450 cc. civarındadır. Ama Avustralya yerlilerinde bu rakam 1100 cc. civarındadır ve daha da düşük bireylere rastlanır. Pigmeler oldukça kısa bir boya ve farklı bir yüz morfolojisine sahiptirler. Eskimoların iskeletleri genel ortalamadan çok farklıdır. Zenciler ile beyazlar arasında bile kaş çıkıntıları ve kas sayısı gibi farklar bulunur.
Bu farklılıklar, özellikle diğer ırklarla en az ilişkiye girmiş, en izole ırklarda belirgin haldedir.
Dolayısıyla, insan iskeletleri arasında belirli bir "çeşitlilik" olması doğaldır. Daha küçük kafataslı, daha çıkık kaşlı, daha kısa ya da daha iri iskelet yapıları olması normaldir. Bu iskeletlerin sahiplerinin hepsi de "normal" insandır ve "ilkel" değildir.
Öte yandan, evrimcilere göre insanın en yakın akrabası olan maymunlar da, çok geniş bir çeşitlilik potansiyeline sahiptirler. Gorillerle şempanzeler ya da babunlar arasındaki fark, oldukça fazladır. Ve maymun türlerinin bazıları diğerlerine göre daha "insansı" yapılara sahiptirler. Dahası, şu anda yaşayan maymun türlerinden onlarca kat fazla maymun türü tarihte yaşamış ve soyları tükenmiştir.
Bu durum, oldukça geniş bir iç çeşitliliğe sahip iki ayrı alan çıkarmaktadır: İnsan fosilleri ve maymun fosilleri. Her iki grubun da kendi içinde geniş bir yelpazeye sahip olması, bu iki alanı birbirine yaklaştırır. Evrimciler de bunu kullanarak, maymundan insana doğru uzanan hayali bir soy ağacı çizerler. Oysa bu soy ağacına yerleştirilen fosillerin bir kısmı soyu tükenmiş maymunlara, bir kısmı ise eski insan ırklarına aittir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası: Evrim Teorisinin Bilimsel Çöküşü ve Teorinin İdeolojik Arka Planı, İstanbul: Global Yayıncılık, 1999, s. 59-81)
İnsanın kökeni konusunda uzman olan ünlü bir isim, İngiliz anatomist Solly Zuckerman'dır. Zuckerman bir evrimcidir ve insanın maymundan evrimleştiği iddiasını ısrarla savunmaktadır. Ancak Zuckerman bu konuda dürüst bir yorumda bulunmuş ve "İnsanın maymundan evrimleşmesinden elde geriye kalmış hiçbir fosil izi kalmamıştır" demiştir.44 Yani insanın maymundan evrimleştiği iddiası sadece bir varsayımdır, ama bu varsayımı destekleyen hiçbir fosil yoktur.
Bu durumda, ders kitaplarında yer alan "fosil kayıtları evrimin kanıtıdır" şeklindeki yanlış ifadelerin, "Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngördüğü ara formları ortaya koymamaktadır, canlı türleri fosil kayıtlarında hiçbir ataları olmadan, aniden belirmektedirler" şeklinde değiştirilmesi, bilimsel bulgulara çok daha uygun olacaktır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Felsefeye Giriş, Mübahat Türker Küyel, Sevim Tekeli, Esin Kahya, Kenan Gürsoy, Alev Öner, Nurten Baykurt, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1991, s. 130.
YANILGI 13
"Fosiller canlıların ilkelden komplekse doğru evrimleştiğini gösterir."
Açıklama: Ders kitaplarında sıklıkla fosillerin, canlıların ilkelden komplekse doğru geliştiğini gösterdiği iddia edilmektedir. Oysa bu iddia kesinlikle geçersizdir. Fosiller canlılığın ilkelden gelişmişe doğru geliştiğini değil, aksine farklı komplekslikteki canlı türlerinin, aralarında bir ilişki olmadan bir anda ortaya çıktıklarını göstermektedir. Canlıların ilkelden komplekse doğru gelişmesi kavramı, fosil kayıtlarında, yani somut bilimsel bulgularda değil, sadece evrimcilerin hayal güçlerinde vardır.
Fosil kayıtlarına baktığımızda canlılığın ortaya çıktığı en erken tabakanın Kambriyen Devir olduğunu görürüz. 500-530 milyon yıl önce yaşanan bu devirde, onlarca farklı omurgasız deniz canlısı bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmıştır. Bu kompleks omurgasızlar, kendilerinden önce yeryüzündeki yegane canlılar olan tek hücreli organizmalarla aralarında hiçbir bağlantı ya da geçiş formu bulunmadan birdenbire ve eksiksiz bir biçimde var olmuşlardır.
Bu canlılar, evrimci teorinin gerektirdiği gibi "ilkel" canlılar değillerdir. Bu canlıların çoğunda, modern örneklerinden hiçbir farkı olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Örneğin trilobitlerin çift mercekli petek göz yapısı, bir tasarım harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden jeoloji profesörü David Raup; "Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti" demektedir.45
Trilobit gözünün yeryüzünde ortaya çıkan ilk görme sistemi olduğunu belirtmek gerekir. Ama bu göz, buna rağmen yine de son derece komplekstir. Dahası trilobitlerde ortaya çıkan petek göz yapısı günümüze dek hiç değişmeden aynen gelmiştir.46 (Yusufçuk ve arı gibi böceklerin göz yapısı trilobit gözüyle aynıdır.) Bu durum elbette "canlılar ilkelden komplekse doğru gelişti" iddiasını açıkça geçersiz kılmaktadır.
 | CANLILIK EN KOMPLEKS HALİYLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR Trilobitlerin (yanda) ve diğer Kambriyen devri canlılarının son derece karmaşık olan organ ve sistemleri, canlılığın ilkel formlarda başlayıp daha sonra kademeli bir biçimde karmaşıklaştığını iddia eden evrim teorisini geçersiz kılmaktadır. Trilobitlerin 530 milyon yıllık gözleri, çift mercek sistemiyle çalışan ve yüzlerce petekten oluşan bir tasarım harikasıdır. Günümüzdeki çoğu böcekte de aynı göz yapısı bulunmaktadır. |
|
Dünyanın nasıl olup da böyle birdenbire birbirlerinden çok farklı omurgasız türleriyle dolup taştığı, hiçbir ortak ataya sahip olmayan ayrı türlerdeki canlıların nasıl ortaya çıktığı, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları bir sorudur. Evrimci düşüncenin dünya çapındaki en önde gelen savunucularından İngiliz biyolog Richard Dawkins, savunduğu tezleri temelinden geçersiz kılan bu gerçek hakkında şunları söylemektedir:
... Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler. Tabii ki, bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları oldukça memnun etmektedir.47
Kambriyen devrinden sonraki jeolojik devirlere baktığımızda ise, Kambriyen devrinde rastladığımız durumun aslında bir kural olduğunu görürüz: Canlılar hep en kompleks halleriyle ortaya çıkarlar. İlk ortaya çıktıkları halleriyle günümüzdeki yaşayan örnekleri arasında ise hiçbir fark yoktur. Yani, ilkelden gelişmişe doğru giden bir evrimsel süreç yoktur.
Bu nedenle ders kitaplarında yer alan "Fosiller canlıların ilkelden komplekse doğru evrimleştiğini gösterir" gibi bilim dışı açıklamaların çıkarılması, ve bunların yerine "Canlılık yeryüzünde ilk ortaya çıktığı andan beri son derece kompleks bir yapıya sahiptir" şeklinde açıklamaların eklenmesi gerekmektedir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, 1995, s. 172, 178.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, N. Sefa Çimen, Hayrettin Sönmez, Osman Yılmaz, Ankara: Salan Yayınları, s. 198.
İlköğretim Fen Bilgisi Ders Kitabı 8, Bahattin Soydan, Hüseyin Başak, Hülya Soydan, Ankara: Serhat Yayın evi, s. 171.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 184.
YANILGI 14
"Canlıların körelmiş organları vardır ve bu evrimin kanıtıdır."
Açıklama: Evrimci literatürde uzunca bir süre yer alan, ama geçersizliği anlaşıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara bırakılan iddialardan biri, "körelmiş organlar" kavramıdır. Ancak bir kısım yerli evrimciler, "körelmiş organlar"ı hala evrimin en büyük delili sanmakta, bu tür safsataları ders kitaplarına bile taşıyacak derecede bilimden uzak bir tutum sergilemektedirler.
Körelmiş organlar iddiası, bundan bir asır kadar önce ortaya atılmıştı. İddiaya göre, canlıların bedenlerinde atalarından kendilerine miras kalmış, ancak kullanılmadıkları için zamanla körelmiş işlevsiz organlar yer alıyordu. Oysa bu anlayış doğrudan bilgi eksikliğinden kaynaklanıyordu. "İşlevsiz" denilen organlar aslında "işlevi tespit edilememiş" organlardı. Bunun en iyi göstergesi de, evrimciler tarafından sayılan uzun "körelmiş organlar" listesinin giderek küçülmesi oldu. Kendisi de bir evrimci olan S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı "Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?" başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle kabul eder:
(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, "körelmiş organlar"ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.48
 | Bütün körelmiş organ iddiaları bilimin ilerlemesiyle birer birer çürüdü. Örneğin Darwin'in körelmiş organ sandığı gözdeki yarım ay şeklindeki çıkıntının, gözü nemlendirmeye yarayan çok önemli bir organ olduğu anlaşıldı. |
|
Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmiş insan organları" listesi, apandis, kuyruk sokumu kemiği gibi yaklaşık 100 organı içeriyordu. Ancak bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli işlevlere sahip olduğu ortaya çıktı. Örneğin "körelmiş organ" sayılan apandisin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Bu gerçek, 1997 tarihli bir tıp kaynağında şöyle belirtilir: "Vücuttaki timus, karaciğer, dalak, apandis, kemik iliği gibi başka organlar lenfotik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım ederler."
Ancak ne yazık ki bugün ders kitaplarımızın önemli bir bölümünde apandis hala, hiçbir işlevi olmayan körelmiş bir organ gibi tanıtılmaktadır.49
Evrimcilerin "körelmiş organlar" listesinde yer alan bademciklerin ise boğazı, özellikle erişkin yaşlara kadar, enfeksiyonlara karşı korumada önemli rol oynadığı keşfedildi. Omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumunun, leğen kemiği çevresindeki kemiklere de destek sağladığı ve küçük bazı kasların tutunma noktası olduğu anlaşıldı. İlerleyen yıllarda yine "körelmiş organlar" olarak sayılan timüs bezinin T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale getirdiği; pineal bezin önemli hormonların üretilmesinden sorumlu olduğu; tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda dengeli bir büyümenin gerçekleşmesini sağladığı; pitüiter bezin de birçok hormon bezinin doğru çalışmasını kontrol ettiği ortaya çıktı. Darwin tarafından "körelmiş organ" olarak nitelendirilen gözdeki yarım ay şeklindeki çıkıntının ise gözü temizleme ve nemlendirme işine yaradığı anlaşıldı.
Körelmiş organlar iddiasında evrimcilerin yaptıkları çok önemli bir de mantık hatası vardı. Bildiğimiz gibi evrimciler tarafından ortaya atılan iddia, canlılardaki körelmiş organların geçmişteki atalarından miras kaldığıydı. Oysa "körelmiş organ" olduğu söylenen bazı organlar, insanın atası olduğu iddia edilen canlılarda yoktur! Örneğin evrimciler tarafından insanın atası olduğu söylenen bazı maymunlarda apandis bulunmaz. Körelmiş organlar tezine karşı çıkan biyolog H. Enoch bu mantık hatasını şöyle dile getirmektedir:
İnsanların apandisi vardır. Ancak daha eski ataları olan alt maymunlarda apandis bulunmaz. Sürpriz bir biçimde apandis, daha alt yapılı memelilerde, örneğin opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabilir?50
Kısacası evrimciler tarafından ortaya atılan körelmiş organlar senaryosu, kendi içinde hem mantık hataları içermektedir, hem de bilimsel olarak yanlıştır. İnsanlarda, sözde atalarından miras kalmış olan hiçbir körelmiş organ yoktur. Çünkü insanlar diğer canlılardan rastlantılarla türememiş, bugünkü formlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır.
Evrimciler tarafından bile terk edilmiş olan körelmiş organlar safsatasının 2000'li yılların Türkiye'sinin ders kitaplarında yer alması ise, kuşkusuz doğru bir uygulama değildir. Körelmiş organlar konusu, eğer ders kitaplarında mutlaka yer alacaksa, ancak geçersizliği anlaşılmış köhne bir evrimci iddia olarak anlatılmalıdır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A. Ş., s. 123.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 184.
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, 1995, s. 180
YANILGI 15
"Embriyolojik gelişme evrimin kanıtıdır. Memeli bir canlının embriyonal gelişim sırasında solungaç yarıklarının görülmesi evrim sürecinin tekrarı ve kanıtıdır."
Açıklama: Canlılardaki embriyolojik gelişimin evrimin kanıtı olduğu iddiası evrimci literatürde "Rekapitülasyon teorisi" olarak adlandırılır. Bugün Türkiye'deki birtakım evrimci yayınlarda ve bazı ders kitaplarında, çok önceden bilim literatüründen çıkarılmış olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin özet ifade biçimidir.
 | Embriyolojik rekapitülasyon teorisini ortaya atan Ernst Haeckel, hayali teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapan bir şarlatandır. Ancak bu kişinin geçersiz teorisi, hala ders kitaplarımızda evrimi destekleyen bilimsel bir kanıt gibi gösterilmektedir. |
|
Haeckel tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia ediyordu. Örneğin insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürüyordu.
Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.
Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizmin kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazar.51
American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir:
Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti.52
Konunun daha da ilginç bir başka yönü ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapan bir şarlatan olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
 | İNSAN EMBRİYOLARININ SOLUNGAÇLARI YOKTUR İnsan embriyosunda yer alan ve evrimcilerin "solungaç" sandıkları yarıklar, gerçekte orta kulak kanalının, paratiroidlerin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır.
|
|
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.53
Günümüzde de "birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki", çalışmaları ön yargılı sonuçlar, çarpıtmalar ve hatta sahtekarlıklarla doludur. Çünkü kendilerini evrim teorisini savunmaya şartlandırmışlardır, ama teoriyi destekleyen tek bir bilimsel delil bile yoktur. Ancak ne yazık ki bu tür sözde bilim adamlarının ortaya attıkları safsatalar, ders kitaplarımızın satır aralarında bilimsel birer gerçek gibi yer almaktadır.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara:Mega Yayıncılık, 1995, s. 181-182.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara:Pasifik Ders Kitapları A.Ş., s. 123
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul:Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 184.
YANILGI 16
"Benzer (homolog) organlar evrimin kanıtıdır."
Açıklama: Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Evrimciler bu benzerlikleri evrime delil gibi göstermeye çalışırlar. Bu iddia, ders kitaplarında da bilimsel bir gerçek gibi belirtilmektedir.
Darwin benzer (homolog) organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir bağlantısı olduğunu ve bu organların ortak bir atanın mirası olması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre, örneğin güvercinlerin de kanatları vardı, kartalların da kanatları vardı; demek ki güvercinler, kartallar ve bunlar gibi kanatlı tüm kuşlar ortak bir atadan evrimleşmişlerdi. Oysa homoloji, hiçbir delile dayanmayan, yalnızca dış görünüşlerden yola çıkılarak ortaya atılmış yüzeysel bir varsayımdı. Bu varsayım, Darwin'den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da doğrulanamadı.
Benzer yapılara sahip canlıların, evrimciler tarafından öne sürülen hayali ortak atalarının fosillerine yeryüzünün hiçbir tabakasında rastlanamadı. Ayrıca;
1- evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile ortak homolog organların var olması;
2- homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olmaları ve
3- homolog organlara sahip canlılarda, bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak teşkil etmediğini gösterdi.
Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.
BÜTÜNÜYLE FARKLI CANLI SINIFLARINDAKİ BENZER ORGANLAR
Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kuramadıkları türlerin de, birbirine çok benzeyen (homolog) organları vardır. Kanat, bunun bir örneğidir. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kuşlarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmişte yaşamış uçan kanatlı dinozor türleri de vardır. Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel bağ, bir akrabalık kuramamaktadırlar.
  |
Solda ahtapot gözünün ve sağında insan gözünün yapısı. İnsan ve ahtapot gözleri, birbirleriyle çok yakın yapıya sahip iki ayrı tasarımdır. İnsan ile ahtapot arasında hiçbir evrimsel ilişki kuramayan evrimciler (ahtapotlar midyelerle aynı sınıftan olan omurgasızlardır!), bu iki ayrı gözün tesadüfler sonucunda birbirinden tamamen bağımsız olarak evrimleştiğini iddia etmek zorunda kalırlar. Bu durum, "benzer organlar evrimin ispatıdır" şeklindeki evrimci iddiayı açıkça geçersiz kılmaktadır.
|
|
Bu konudaki bir diğer çarpıcı örnek de farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örneğin ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. İnsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları olduğunu ise evrimciler bile iddia edememektedirler. Bu örnekler ve bunlara benzer birçok örnek açıkça göstermektedir ki, evrimcilerin öne sürdükleri, "homolog organlar, canlıların ortak bir evrimsel atadan geldiğini ispatlar" şeklindeki iddianın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Hatta bu organlar, onlar açısından büyük bir çıkmazdır. Göz, kanat gibi birbirine benzer yapılara sahip olan, ama evrimcilerin aralarında evrimsel bağ kuramadıkları bu organlara biyolojik (taksonomik) sınıflandırma konusunu ele alırken önceki sayfalarda değinmiştik.
HOMOLOJİNİN GENETİK VE EMBRİYOLOJİK AÇMAZI Evrimcilerin homoloji ile ilgili iddialarının ciddi sayılabilmesi için, öncelikle farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organların, aynı zamanda benzer (homolog) DNA şifreleri tarafından kodlanmış olması gerekir. Oysa, bu benzer organlar, çoğunlukla çok farklı genetik kodlar (DNA şifreleri) tarafından belirlenmektedir. Bunun yanı sıra, farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler.
Avustralyalı biyokimya profesörü Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) isimli kitabında, homolojinin evrimci yorumunun genetik açmazını şöyle belirtmektedir: "Homolojinin evrimci temeli belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür."54
Ayrıca, yine söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için bu benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da paralel olması gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır.
Kısacası genetik ve embriyolojik araştırmalar, Darwin'in "canlıların ortak bir atadan evrimleştiklerinin delili" şeklinde tarif ettiği homoloji kavramının, gerçekte hiçbir şekilde bu tarife delil oluşturmadığını göstermiştir. Bu şekilde bilim, Darwinist tezlerden birinin daha gerçek dışı olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.
CANLILARDAKİ TEMEL BENZERLİKLER
Evrimciler, tüm bu gerçekler karşısında, çok basit birtakım mantıklar kurarak, canlıların tümünün DNA'ya sahip oluşları ya da çoğu canlının benzer solunum enzimlerini kullanmaları gibi ortak özellikleri evrime delil olarak göstermeye çalışırlar. Bu iddia ders kitaplarında da "sitoloji ve genetik evrimin kanıtıdır" gibi başlıklar altında tekrarlanmaktadır. Oysa canlı organizmalarının DNA gibi ortak bir bilgiye ya da karbon bazlı molekül yapılarına sahip olmaları, ortak bir yaratılışla yaratıldıklarının ifadesi olarak da yorumlanabilir. Bir başka deyişle, bu tür benzerlikler evrime doğrudan delil oluşturmaz. Evrimcilerin bu gibi basit mantık oyunlarına başvurmaları ise, canlıların kökeni hakkında doğrudan delil oluşturan (hayatın kökeni, fosil kayıtları, doğa kanunlarının etkisi gibi) konularda teorilerinin hezimete uğradığını bilmelerinden kaynaklanmaktadır.
İşin düşündürücü yanı, "Bütün binalar tuğlalardan yapılır, öyleyse bütün binalar ayrı ayrı inşa edilmemişler, birbirlerinden evrimleşmişlerdir" iddiasındaki saçma mantıkla aynı mantığa dayanan bu evrimci iddiaların, bilimsel bir gerçek gibi çocuklarımıza öğretilmesidir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, 1995, s. 180-182.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A. Ş., s. 122-123.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 184.
YANILGI 17
"Biyokimyasal benzerlikler evrimin kanıtıdır."
Açıklama: Evrimcilerin sadece organlar düzeyinde değil, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir. Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA şifrelerinin ya da protein yapılarının benzer olduğundan söz ederler ve bunu, bu canlı türlerinin birbirinden evrimleştiğinin delili gibi gösterirler. Örneğin evrimci yayınlarda sık sık "insan DNA'sı ile maymun DNA'sı arasında büyük bir benzerlik olduğu" söylenir ve bu, insan ile maymun arasında evrimsel bir ilişki olduğu iddiasının kanıtı gibi sunulur.
Bu mantığın en çok tekrarlanan örneği, insanda 46, şempanze ve gorillerde ise 48 kromozom bulunmasıdır. Evrimciler, kromozom sayılarının yakınlığını evrimsel bir ilişkinin ispatı sayarlar. Oysa eğer evrimcilerin kullandığı bu mantık doğru olsaydı, insanın maymundan daha yakın bir akrabası olması gerekirdi: "Patates". Çünkü patatesin kromozom sayısı insana goril ve şempanzeden çok daha yakındır: 46. Yani insan ve patates kromozomları eşit sayıdadır. Bu durum, DNA benzerliğinin evrime kanıt oluşturmayacağının çarpıcı bir göstergesidir.
Kaldı ki birbirine çok benzer ve yakın gibi görünen canlılar arasında dev moleküler farklılıklar vardır. Örneğin solunum için gerekli proteinlerden biri olan Sitokrom-C'nin yapısı, aynı sınıflamalara ait canlılarda inanılmaz derecede farklıdır. Bu kriter üzerinden yapılan karşılaştırmalara göre, iki ayrı sürüngen türü arasındaki fark, bir balıkla bir kuşun ya da bir balıkla bir memelinin arasındaki farktan daha büyüktür. Bir başka araştırma, kuşlar arasındaki moleküler farklılıkların, aynı kuşlarla memeliler arasındaki farktan büyük olduğunu göstermiştir. Birbirine çok yakın gözüken bakteriler arasındaki moleküler farklılığın, memeliler ile amfibiyenler ya da böcekler arasındaki farklılıktan daha büyük olduğu bulunmuştur.55 Benzer karşılaştırmalar, hemoglobin, miyoglobin, hormonlar ve genler üzerinde de yapılmış ve benzer sonuçlar vermiştir.56 Prof. Michael Denton bu ve benzeri bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.57
Dolayısıyla canlılardaki benzerliklerin evrime delil oluşturduğu iddiası, ilkel bir bilim anlayışının sonucunda ortaya çıkmış köhne bir mantıktır. Bu nedenle de ders kitaplarında yer alan "Biyokimyasal benzerlikler evrimin kanıtıdır" şeklindeki ifadelerin, bilime aykırı olduklarından, bu kitaplardan çıkarılması gerekmektedir.
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Liseler İçin Biyoloji 3, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, 1995, s. 180-182.
Biyoloji 3, Liseler için Ders Kitabı, Öner Gücün, Ankara: Pasifik Ders Kitapları A. Ş., s. 122-123.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 185.
YANILGI 18 "Canlılık ilkel dünyada rastlantılarla doğmuş olabilir. İlkel atmosfer, buna imkan sağlayacak biçimde metan-amonyak ağırlıklıydı ve serbest oksijen içermemekteydi."
Açıklama: Ders kitaplarında "yaşamın başlangıcına dair farklı görüşler" başlığı altında, hayatın kökeni konusunda ortaya atılan birtakım iddialar incelenmektedir. En çok yer ayrılan iddia ise, hemen her ders kitabında, evrim teorisinin iddiası olan "heterotrof" tezidir. Bu tez, ilk canlının, çok uzun bir kimyasal süreç sonucunda, ilkel dünya atmosferinde rastlantılar sonucunda ortaya çıktığını iddia eder. 20. yüzyılın ilk yarısında evrimci Rus biyolog Alexander Oparin tarafından ortaya atılan bu iddia, bugüne kadar hiçbir deney ya da gözlemle ispatlanamamış, aksine bu iddianın geçersiz olduğunu ortaya koyan pek çok bilimsel bulgu elde edilmiştir.
Ders kitaplarının önemli bir bölümünde ise heterotrof tezi, yani cansız maddenin içinde rastlantılar sonucu canlı bir hücre çıktığı iddiası, sanki çok fazla bilimsel bulgu ile desteklenen, çok geçerli bir iddia gibi anlatılmaktadır. Ders kitaplarında bu konuda en yoğun olarak verilen örnek ise, Miller Deneyi'dir. Ders kitaplarında kullanılan üsluba bakıldığında, Miller Deneyi'nin canlılığın cansız maddelerden rastlantılarla oluştuğu iddiasının delili gibi gösterildiği açıkça görülmektedir.
Oysa Miller Deneyi bugün bilim dünyasında geçerliliğini tümüyle yitirmiş bir iddiadır. Deney, yaklaşık yarım asır önce (1953 yılında) gerçekleştirilmiştir ve o zamandan bu yana ortaya çıkan bilimsel bulgular deneyin hayatın kökenini açıklamak yönünde hiçbir katkısı olmadığını göstermiştir.
Bu konu kitabın 1. bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiş ve Miller deneyinin geçersizliği gözler önüne serilmiştir.
Ama ne yazık ki ders kitaplarımızda, 1960'lı yılların köhne varsayımları tekrarlanmakta ve "ilkel dünya atmosferi metan ve amonyak içeriyordu, bu sayede aminoasitler oluştu, sonra proteinler, sonra koaservatlar ve sonunda hücre meydana geldi" gibi bilim dışı masallar anlatılmaktadır.
Bu durumda, 2000'li yıllara ulaştığımız şu dönemde, bu gibi ilkel bilgilerin ders kitaplarından ayıklanmasının gerekliliği açıktır. Ders kitaplarında bu konuda "ilkel dünya atmosferi, karbondioksit, azot ve serbest oksijen içeriyordu, bu şartlar organik moleküllerin oluşması için uygun değildir. Dahası, proteinlerin karmaşık yapılarının, rastlantılarla açıklanması mümkün değildir. Dolayısıyla yaşamın kimyasal yollardan oluşması imkansızdır" denmesi, bilimsel bulgulara çok daha uygun olacaktır.
Bu sonuç, günümüzdeki evrimciler tarafından da istenmeden de olsa kabul edilen bir gerçektir. San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel, şöyle demektedir:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.58
İDDİANIN YER ALDIĞI DERS KİTAPLARI:
Biyoloji 1, Ders Kitabı, Canan Şamlıoğlu, Zehra Akçakaya, İstanbul: Bu Yayınları, s. 62-65.
Liseler İçin Biyoloji 1, Ders Kitabı, Namık Berker, Ankara: Mega Yayıncılık, s. 43-45.
Lise 3 Biyoloji, Selim Korkmaz, Özer Bulut, Davut Sağdıç, İstanbul: Milli Eğitim Basım evi, 1998, s. 184.
Ders Geçme ve Kredi Sistemi Biyoloji 2, Nejat Sevkal, İstanbul:Gendaş Yayıncılık, s. 36.
SONUÇ
Buraya kadar incelediğimiz tüm bilgiler, Türkiye'deki okullarda okutulmakta olan Fen Bilgisi ve Biyoloji kitaplarında çok ciddi bilimsel yanlışlar olduğunu göstermektedir.
Kitapların yazarlarının çok büyük bölümü, bir 19. yüzyıl dogması olan Darwinizmi, bilimsel bulgular tarafından desteklenen bir teori olarak gösterme yanlışına düşmüşlerdir. Evrimi savunmak adına 30-40 yıl önce bilimsel literatürden çıkarılmış olan köhne iddiaları tekrarlamışlardır. Dahası, Darwinizmin ve diğer evrim görüşlerinin iddialarını bile doğru olarak aktarmayı başaramadıklarını gösteren ciddi bilgi yanlışları yapmışlardır.
Bu durumda bu kitapların ve aslında daha da önemlisi, bu kitapları şekillendiren müfredatın yeniden düzenlenmesi gerektiği çok açıktır. Müfredat, Darwinizmi olduğu gibi, yani bilimsel bulgular tarafından desteklenmeyen bir iddia olarak anlatmalı, fosil kayıtları, ilkel dünya atmosferi, popülasyon genetiği gibi konularda doğru bilgiler verecek biçimde revize edilmelidir.
Bu arada yapılması gereken bir diğer düzenleme ise, yaratılış konusunda ders kitaplarında yapılan açıklamalardır. Ders kitaplarının genelinde, "hayatın başlangıcına dair farklı görüşler" başlığı altında, yaratılış da bir görüş olarak anlatılmaktadır. Ancak dikkati çeken nokta, yaratılışın sadece dini kaynaklara dayanan bir görüş olarak tanıtılmasıdır. Oysa yaratılış, aynı zamanda somut bilimsel verilere dayanmaktadır. Fosil kayıtlarındaki sistematik boşluklar (canlı türlerinin aniden ve kusursuz yapılarıyla bir anda belirmeleri), canlılıktaki indirgenemez komplekslik ve karmaşık tasarım, cansız maddenin hayat oluşturamayacağını gösteren biogenesis kuralı gibi somut bilimsel gerçekler, canlılığı üstün bir Aklın, yani Allah'ın yarattığını göstermektedirler. Bu nedenle ders kitaplarındaki yaratılış anlatımının da genişletilmesi ve ilgili bilimsel delillerin açıklanması gerekmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı'mızın bu konuya ivedilikle el atması gerekmektedir. Çünkü burada söz konusu olan mesele, diğer pek çok konudan çok daha önemlidir. Evrim ve yaratılış, bizim bu dünya üzerinde nasıl var olduğumuz sorusuna verilen iki farklı cevaptır ve bu iki farklı cevabın çok farklı felsefi sonuçları vardır.
Evrim teorisi, bu kitabın başında da değindiğimiz gibi materyalist felsefenin temelidir. Materyalizm ise, yalnızca maddenin varlığını kabul eden ve her türlü manevi kavramı reddeden bir düşünce sistemidir. Bu düşünce sistemi, vatan için fedakarlık, toplum için özveri gibi erdemleri yok eder ve dolayısıyla devletin ve milletin bekasına yönelik fikri bir tehdit oluşturur.
Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü hedef alan bölücü terörün de komünist ideolojiye sahip olduğu ve komünizmin de materyalist felsefeye dayandığı düşünülürse, bu konunun Türkiye'nin yeni nesillerinin yetiştirilmesi için ne kadar önemli olduğu da kendiliğinden ortaya çıkar.
Darwinizm gibi materyalist felsefeye zemin sağlayan ve böylece Türkiye'nin geleceğine fikri bir tehdit oluşturan bir iddianın, hem de bilimsel bulgularla çeliştiği halde, Türk eğitim sistemi tarafından benimsenmesi ve öğrencilere empoze edilmesi, elbette ki son derece hatalı bir uygulama olacaktır.
Bu nedenle, bu hatadan bir an önce vazgeçilmesi ve ders kitaplarının, bu kitaplara sızmış bulunan bilim dışı Darwinist safsatalardan aciliyetle arındırılması gerekmektedir. |